Siyasetin dine müdahale ettiği ya da dini araçsallaştırdığı bütün dönemlerde, insanların dinle bağları zayıflamış ve kaybeden hep Müslümanlar olmuştur.
Çünkü siyasetin en başat özelliği iktidar olmaktır. Dolayısıyla iktidarını korumak için din dahil, her türlü değeri kullanmayı mubah olarak görmektedir.
Doğal olarak Müslüman dünyada siyasetçiler, kendilerini hiçbir ahlaki kurala bağlı hissetmeden toplumun dini duyarlılığını kullanarak siyaset yapmayı alışkanlık haline getirebilmektedirler. Özellikle İslamcı tonlar taşıyan partiler kendilerini, dini hassasiyetlerin tek temsilcisi olarak gördükleri için, dini argümanları kullanma hakkına da sahip olduklarına inanmaktadırlar
Artık onlar, dinin tek temsilcisi, ümmetin de bekçisidirler… Kimin neye inanması gerektiğine, kimin ne kadar özgürlük hakkı olduğuna, kimin ‘hain’ ya da ‘vatansever’ olduğuna onlar karar vermektedirler. Çünkü mülk de din de onlarındır…
Haliyle, bütün değerlerin tek sahibi gibi davranan bu ‘tekçi’ anlayışın hakim olduğu toplumlarda fikir özgürlüğünün, eleştirel düşüncenin gelişmesi mümkün değildir. Böyle bir durumda çok doğal olarak insanlar, kendileriyle din arasına mesafe koymaya başlayacaklardır. Çünkü özgürlüğün alanının giderek daraldığı bir ortamda zamanla nefes alabilmek bile güçleşecektir…
Dinle siyaset arasındaki ilişkinin nasıl bir sonuç ürettiğini görmek açısından geçtiğimiz günlerde Metropoll Araştırma’nın Temmuz 2024 anketindeki sonuçlara bakmakta yarar var. Türkiye’de dinin toplum hayatındaki etkisine yönelik algıları gözler önüne seren ankete katılanların yüzde 50,9’u dinin etkisinin azalacağını belirtirken, yüzde 23,8’i artacağını düşündüğünü ifade ediyor.
Anket sonuçları, 14 Mayıs 2023 Milletvekili seçiminde oy veren seçmenlerin parti bazlı dağılımını da içeriyor. Buna göre, AK Parti seçmenlerinin yüzde 42,8’i dinin etkisinin azalacağını söylerken, yüzde 30,2’si artacağını düşünüyor. CHP seçmenleri arasında ise dinin etkisinin azalacağını düşünenlerin oranı yüzde 53,4, etkisinin artacağını düşünenlerin oranı ise yüzde 22,2 olarak kaydedildi. MHP seçmenleri arasında dinin etkisinin azalacağını düşünenler yüzde 43,9 iken, artacağını söyleyenlerin oranı yüzde 31,5 oldu.
Maalesef Müslüman dünya, tarihin farklı dönemlerinde yaşadığı tecrübelere rağmen dinle siyaset arasındaki çizgiyi koruyamamış ve kolay yolu tercih ederek bütün başarısızlıklarının vebalini dine yüklemiştir.
Açıkça ifade etmek gerekirse, Müslümanların bugün içine düştüğü acziyette İslam siyaset düşüncesine kafa yoran siyaset bilimciler kadar, İslam ulemasının da büyük vebali bulunmaktadır. Dinin asli mesajına vakıf olması gereken ulema eğer dik durabilseydi, dini siyasetin çıkar odaklı istilasından bir ölçüde koruyabilirdi belki… Ama yapamadılar, bu yüzden de din siyasetçilerin elinde rehin durumdadır.
Bu zihniyet yapısının oluşturduğu yönetim modellerinin adı ister ‘İslam devleti’, isterse ‘şeriat devleti’ olsun hiç fark etmez. Aslında bu cümle biraz eksik oldu, şöyle olmalıydı: Devletin adı şeklen demokrasi olsa da fark etmez. Çünkü çoğulcu bir demokrasinin esasını oluşturan itiraz kurallarının, bir başka deyişle eleştirel düşüncenin olmadığı bir yönetim modelinin kapısı her zaman müstebit yöneticilere açıktır.
Evet Müslüman toplumlarda zaman zaman “İcma” üzerinden, “İslam’da da demokrasi var” benzeri modellemeler yapılmıştır, ama kabul edelim ki bu eksik bir modellemedir ve tamamen ütopiktir. Zira özgür tartışmaların olmadığı yerde, kitleler başlarındaki kutsal lidere, halifeye, padişaha ya da paşaya boyun eğmek zorunda kalırlar.
Sosyoloji, antropoloji ve kültürel çeşitlilik konusunda önemli çalışmaları bulunan Fransız yazar Philippe d’İribarne “Demokrasi Karşısında İslam” kitabında, Muhammed Arkoun’un ‘İcma’ konusundaki şu görüşlerini aktarıyor: “Müminlerin oy birliği! İlk defa onu keşfettiğimde bu fikir bana bir rüya gibi göründü. Kendime ‘demek ki İslam demokrasiyi keşfedebilir’ dedim. Bu durumda o, Kur’an’ın icma, oy birliği dediği şeydir. Buna ek olarak Müslümanların bugün onunla övündüklerini görmekteyiz. Evet, müminlerin oy birliği sayesinde bizim de demokrasimiz var! Ama rüyadan gerçek hayata nasıl geçilecektir? Hayal kırıklığı sert olabilir. Oy birliği veya icma, pratik olarak gerçekleşemez, tümüyle bir ütopyadır. Birçok nedenden ötürü o hiçbir zaman işlememiştir, bir çıkmazdır.” (S.98-99)