Rahmet dini olan İslam’a inanan bütün insanlar ve özellikle bu konuda hassasiyetleri yüksek olması gereken dindarlar, Hz. Peygamberin güvenilir, yani Muhammedü’l-emin olduğunu söyleyerek bugünlere geldiler.
Ancak şu anda neredeyse toplumun hemen bütün kesimlerinde yaşanan ahlaki savrulmaya baktığımızda Muhammedü’l-emin anlayışının dindarların hayatı açısından çok da önemli bir örnek oluşturmadığı kanaati ortaya çıkıyor. Eminim ki pek çok kişi bu görüşe şiddetle itiraz ederek diyecektir ki: “Evet Hz. Peygamber bir doğruluk ve ahlak timsalidir ve bizim için peygamberin hayatından daha önemli bir örnek yoktur.”
Müslüman bir toplumda böyle bir kanaatin genel bir söylem olarak dillendirilmesinden daha doğal bir durum olamaz zaten... Dolayısıyla Müslüman bir zihin yapısının hayata bakışı da doğal olarak böyle bir istikamette olacaktır.
Peki halihazırda “Müslüman” kimliğine sahip insanların eylemleri sonucu oluşan ahlaki çürümüşlük hali ile Hz. Peygamberin hayatında örneklenen ahlak anlayışı arasındaki derin uçurumu nasıl izah edeceğiz?
Kuşkusuz ahlaki kriterler sadece dindarları değil, farklı inanç, kimlik ya da farklı ideolojik anlayışa sahip olan herkesi ilgilendiren vecibelerdir. Ama toplumda örnek oluşturması gereken dindarlar için daha da elzemdir.
Elbette sadece dindar bireyler açısından değil, kendilerini dindar kimliği ile tanımlayan vakıflar, sivil toplum oluşumları ve özellikle son yıllarda yine kendisini dindar-muhafazakar olarak tanımlayan AK Parti iktidarı açısından baktığımızda nasıl bir ahlaki fotoğrafla karşılaşırız dersiniz...
Galiba biraz can yakıcı da olsa bir gerçeğin altını çizmek gerekiyor; maalesef AK Parti iktidarı dindarların, bir başka deyişle “İslamcı”ların uzun yıllardır savunageldikleri ahlak ilkelerini, adaleti, şefkati, merhameti, liyakati esas alan ideallerini berhava etmiştir.
Şimdi ahlaki açıdan nasıl bir hal içinde olduğumuzu ve bu konuda dindarların tavrını tespit için şu soruları açık yüreklilikle cevaplamak gerekiyor.
Mesela yolsuzlukları, usulsüzlükleri, nepotizm anlayışını dindarlık iddiasında bulunan siyasal iktidar ve iktidar havuzu içinde yer alan vakıflar, dernekler, sivil oluşumlar, dini kanaat önderleri peygamber ahlakıyla izah edebilirler mi, yoksa fıkhi metinlerin arkasından dolanarak verdikleri fetvalarla yolsuzlukları, suiistimalleri aklamayı mı tercih ederler?
Mesela Kur’an’la ve Sünnetle bir alakası olmadığı halde Allah’la peygamberle irtibat halinde olduğunu söyleyerek din ticareti yapan madrabazlara karşı dindarların bir itirazı var mıdır?
Mesela cennetten arsalar, köşkler dağıtan, huri ayarlayan din tacirlerine karşı iktidar bugünekadar net bir tavır almış mıdır?
Mesela badeci şeyhlere, sübyancı manyaklara karşı eli kılıçlı Diyanet İşleri başkanımızın, dindar vakıflarımızın, derneklerimizin yüksek sesle isyan ettiğini duyan var mı?
Peki neden itiraz etmiyorlar? Çünkü iktidarla öylesine özdeş hale geldiler ki, özgürlüklerini kaybettiler, iktidardan bir itiraz sesi yükselmedikçe seslerini bile çıkaramıyorlar.
Maalesef AK Parti iktidarı döneminde bu ahlaki çürümenin yaşanması bir talihsizliktir. Kabul edelim ki bu ülkede dini değerlerle kavgalı olan, aynı zamanda demokrasiden de pek hazzetmeyen ve fırsat bulduğunda dindarlara saldırmayı marifet sayan balta kesmez İslamofobik bir çevre var. Aslında böyle bir damar sadece bugün değil, her zaman vardı.
Dolayısıyla bunları bahane ederek dindarlar kendi sorumluluklarından kurtulamazlar.
Eğer AK Parti iktidarı gerek ahlaki kriterleri, gerekse demokratik değerleri dikkate almayan bu tavrını sürdürmeye devam ederse, korkarım siyasal ömrünü tamamladığında arkasında sadece yönetim anlamında bir enkaz değil, aynı zamanda umutları, hayalleri kırılmış dindar bir kitle de bırakacaktır. Ve bu miras, ne yazık ki gelecek nesillere taşınması zor bir yük olarak kalacaktır.