Öylesine anlaşılması zor bir dönemden geçiyoruz ki, sanki bütün değerlerimiz altüst oluyor ve ne yapacağımızı bilemez haldeyiz. Bir tarafta terör gibi büyük bir bela ile uğraşıyoruz ve bu mücadelenin kararlılıkla sürmesi için herkesin ‘Milli’ bir duruş sergilemesi gerekiyor. Ancak bu milli davanın başarıya ulaşması için de ülkedeki barış ve kardeşlik ortamının muhafaza edilmesi şart.
Ancak bizim ve özellikle de İslam toplumlarının son yüzyılda yaşadığı travmalardan kaynaklanan temel sorunlarımız ve de korkularımız var. Bu yüzden de milli davalarla ilgili hassasiyetlerimizi, böyle zamanlarda sert esen şoven rüzgarlardan korumayı bir türlü başaramıyoruz. Hayatımızı öylesine keskin bir çizgiye hapsediyoruz ki, çizginin dışına taşan bütün farklı duruşları, görüş ve düşünceleri ‘ihanet’ kategorisi içinde bir değerlendirmeye tabi tutuyoruz.
***
İnanıyorum ki bazı okurlar yazıya neden böyle bir giriş yaptığımı merak edeceklerdir. Geçtiğimiz günlerde, lise yıllarımda beni Diriliş ve Sezai Karakoç’la tanıştıran çok değerli bir dostumun instegram hesabında Hece dergisini suçlayan bir değerlendirmesini görünce dehşete kapıldım. İslamcı entelektüel çizgiye sadakatiyle bildiğim bu dostumuz, Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat ve Mavera dergisi geleneğinin devamı niteliğinde bir dergi olan Hece’ye milliyetçi fanatizmin bir temsilcisi gibi saldırıyordu.
Peki neden?
Anlaşıldı ki, ‘Heceöykü’ dergisinin 85. sayısında yer alan, Kemal Gündüzalp’ın hazırladığı otuz üç sayfadan oluşan ‘Hayat, Öyküler Toplamıdır’ başlıklı yazının ve ‘2017 Yılında Yayımlanan Öykü Kitapları’ adlı listenin bir paragrafında Selahattin Demirtaş’ın öykü kitabından bahsedilmiş. Hemen hatırlatmakta yarar var, yazı hiçbir şekilde ideolojik bir yaklaşım içermiyor, tamamen sanatsal bir değerlendirme...
Bunun üzerine sosyal medyada Hece dergisine karşı adeta bir linç kampanyası başlatıldı. Öyle ki bu ülkede ‘yerli edebiyat’ damarından beslenen sanat-edebiyat insanlarının vatanseverlikleri sorgulanır hale geldi.
Bu bir akıl tutulmasıdır... Selahattin Demirtaş’ın ideolojisini benimsemeyebilirsiniz, hatta onunla düşünsel anlamda mücadele de edebilirsiniz. Ama bir hikaye kitabına düşmanlık başka bir şeydir ve kesinlikle Allah’ın akıl bahşettiği normal insanların işi değildir.
Eğer şairlerin-yazarların sanat, edebiyat ve estetikle ilgili yazılarının satır aralarından vatanseverlik testleri icat eder hale geldiysek, toptan bir çıldırmışlık hali yaşıyoruz demektir.
Oysa bu ülkedeki İslamcı entelektüeller, geçmişte bazı sol edebiyat çevrelerinin fanatik yaklaşımlarının aksine, solun bütün renklerinin yer aldığı sanat-edebiyat dergileri çıkardılar, hiçbir ideolojik kaygı taşımadan her tür sanat, edebiyat ve düşünce ürünlerine kapılarını açtılar.
***
Şimdi ne hazindir ki bu topraklar için büyük bir anlam ifade eden ‘Milli duruş’u adeta bir ırk yarışına dönüştürerek, en büyük zenginliğimiz olan kültürel ve sanatsal çeşitliliğe karşı adeta bir fanatizm seferberliği başlatmış durumdayız.
Galiba milliyetçi fanatizm kazanıyor, dindarlar olarak bu sınavı kaybediyoruz. Oysa biliyoruz ki, bir insanın anne ve babasını sevmesi kadar doğduğu ülkeyi, kültürünü, geleneklerini ve devraldığı tarihsel mirası sevmesi de o kadar doğaldır. Bu yaratılışın da bir hikmetidir. Ancak bir Müslümanın etnik temele dayalı kavmiyetçilik yapması dinin, aklın ve mantığın kabul edebileceği bir durum değildir. Unutmamak gerekiyor ki etnik milliyetçilik, dünyanın en ilkel düşünce biçimidir.
Maalesef bugün dindar camiada yer alan sanat-edebiyat insanlarının önemli bir bölümü, bu kavmiyetçi ruh haline teslim olmuş bulunuyorlar. Yani, İslamcı entelektüel camianın yıllardır adeta tırnaklarıyla kazıyarak bugünlere getirdiği kültürel ve sanatsal çeşitliliğin aydınlık yüzünü terkedip, kavmiyetçiliğin kirli yüzünü tercih ediyorlar. Çok yazık...