Son dönemde kendini dindar olarak tanımlayan insanlarda tuhaf bir söylem dili oluşmaya başladı. Özellikle demokrasi, hak, hukuk, adalet ve ‘kuvvetler ayrılığı’ gibi evrensel değerlere karşı dışlayıcı, hatta olumsuzlayıcı bir yaklaşım sergilemek neredeyse milli ve yerli bir tavır olarak algılanıyor.
Bu öylesine trajik bir durum ki, hukukun üstünlüğü ya da adalet gibi kavramlar Türkiye’yi yok etmek üzere birleşen ‘dış güçler’in manivelası, bu değerleri savunanlar da ‘üst aklın’ piyonları olarak görülüyor.
Bu konuda bütün dindar kesimleri içine alan bir genelleme yapmak elbette hakkaniyetli bir yaklaşım olmaz. Ancak azımsanmayacak bir kesim var ki, bu insanlara ‘adalet terazisi’nin herkesin hakkına, hukukuna riayet eden bir hassasiyetle tartması gerektiğini hatırlattığınızda ya da demokratik değerlerin Türkiye’nin geleceği açısından hayati bir öneme sahip olduğunu söylediğinizde, anlaşılması güç bir öfkeyle “Biz yıllarca çok eziyet çektik, şimdi sıra onlarda... Bu Avrupa yıllardır bizi demokrasi, özgürlük masalıyla uyuttu. Ama artık Türkün gözü açıldı, şimdi biz güçlüyüz, Batı’ya da, değerlerine de ihtiyacımız yok. Bir istiklal savaşı veriyoruz, zaten Batı’nın sonu yaklaştı, Türkün gücünden artık onlar korksun” benzeri ifadelerle akıl almaz bir hamaset gösterisi sergiliyorlar.
Oysa Cumhuriyet tarihinin belli dönemlerinde yaşanan baskı ve zulümler karşısında dindarlar, haklı taleplerini ve yaşadıkları mağduriyetleri her zaman demokratik değerlerin şemsiyesi altında savundular ve en gür sesleriyle ‘adalet’ istediler. İnsan haklarına, özgürlere inanan her insanın yapması gereken buydu ve dindarlar da bunu yaptılar.
***
Öyle ki 28 Şubat’ın yasa ve kural tanımayan zorbalarına karşı milyonları bulan özgürlük zincirleri oluşturarak sadece adalet istediler ve Allah’ın kendilerine bahşettiği en doğal insani haklarını almak için mücadele verdiler.
Peki bugün ne değişti ki dindarlar artık demokratik değerleri Batı’nın uydurduğu bir masal olarak görüyor ve de ‘adalet’ konusunda bu kadar duyarsız olabiliyorlar. Dindarların demokrasi hafızası bu kadar zayıf olabilir mi?
Unutmayalım ki AK Parti 16 yıl önce, Türkiye’de yaşanan adaletsizliklere ve baskılara karşı ‘hak-adalet-özgürlük, kalkınma’ ilkeleriyle yola çıktı ve milletin yüreğinde inanılmaz bir karşılık buldu. Nitekim AK Parti’nin 2002 seçim beyannamesinde evrensel demokratik değerlere ve hukukun üstünlüğüne öylesine güçlü bir vurgu yapılmıştır ki, bugün bile hala bir demokrasi manifestosu niteliğindedir:
“PARTİMİZ hukuku, korkutmanın ve cezalandırmanın değil, adaleti sağlamanın aracı olarak görmektedir. Mevzuatımızdaki yasakçı hükümler nedeniyle, ülkemiz hukuk devletinden çok kanun devleti görüntüsü vermektedir.
Türkiye, kanunlarını hukuka, hukukunu evrensel adalet ve insan hakları esaslarına dayandırarak ve temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasını sınırlayan yasakçı hukuk sistemini değiştirerek gerçek anlamda hukuk devleti olacak ve uluslararası camiada saygın bir yer kazanacaktır.”
***
Bütün politikalarının merkezine insanı koyarak yola çıkan AK Parti biliyordu ki, demokrasinin nihai amacı, başta düşünce, inanç, eğitim, örgütlenme ve teşebbüs özgürlüğü olmak üzere bütün sivil ve siyasi özgürlükleri güvence altına almak ve insanların korku ve endişeden uzak yaşamalarını sağlamaktır.
İşte siyasetin bütün kodlarını değiştiren bu modern demokratikleşme hamlesi, aynı zamanda Türkiye’de dindarların yıllardır verdiği mücadeleye de yeni bir açılım kazandırmış ve ülkedeki demokrasi ikliminin alanını genişletmiştir.
Ancak talihsizliğe bakın ki, bugün dindar ve muhafazakar kesimler artık ‘demokrasi-özgürlük-adalet’ gibi kavramlardan pek hoşlanmıyorlar. Unutmayalım, inançlarımız, kimliklerimiz, dünya görüşlerimiz ne olursa olsun adalet, özgürlük, hak-hukuk her zaman hepimiz için hayati bir ihtiyaçtır. Ve kimin ne zaman başının dara düşeceği de hiç belli olmaz.