Bütün tarihsel süreçlerde yaşanan tecrübeler göstermiştir ki dinin siyasi mücadelelerde adeta bir aparat olarak kullanıldığı dönemlerde, dinin mesajı siyasetle gölgelendiği için hem dinle hayat arasındaki uçurum derinleşmiş hem de Müslümanlar tarifi imkansız savrulmalar yaşamışlardır.
Maalesef günümüzde de din-siyaset ilişkisi çok farklı değil, hatta şimdi daha da kıyıcı bir siyaset ablukası yaşanıyor. Öyle ki günümüzün dindarları, hayatlarını dinin mesajına göre değil, vicdanları yaralayan ve dini siyasete indirgeyen kirli bir zihniyete göre tanzim ediyorlar.
Hiç uzağa gitmeye gerek yok, ülkemizde son on yılda yaşananlara bakmak bile yeterli olacaktır. Geçtiğimiz günlerde KARAR tv’ye konuşan Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı’nın şu sözleri, bugün hangi noktada olduğumuzu net olarak ortaya koyuyor: “Son 10-15 yılda yapılan gönül tahribatı, İslam tarihinde bu topraklarda belki de hiçbir dönemde yaşanmadı. 15 yılda yapılan tahribatlar, kırgınlıklar, dargınlıklar ve uzaklaştırmalar bu topraklarda tarihin hiçbir döneminde görülmedi. İşte buna din-siyaset ilişkisi diyoruz ama sadece o da değil, buna ek olarak Müslüman ve insan ilişkisidir.”
Günümüzde özellikle siyasetçiler tarafından kullanılan şiddet dili, dindarları toplum nezdinde güvenilmez bir konuma yerleştirmiş bulunuyor. Şiddet dilinin bir cahiliye ürünü olduğunu belirten Çağrıcı diyor ki: “Cahiliye demek saldırganlıktır, barbarizmdir. Cahiliyenin ahlakı saldırgan, hoyrat, yağmacı, baskıcı öldürmekten zevk alan bir ahlaktır. Müslümanlar buna karşılık olarak hoşgörü dilini seçiyor. Öyle inanıyorum ki bu dili yaşatabilirsek tereddütsüz şekilde bütün dünyayı kendimize hayran bırakırız. Ama biz şiddet dili kullanıyoruz, kırıp döküyoruz. Allah’ın sadece Müslümanların Allah’ın olduğunu düşünüyoruz.”
Meseleye Türkiye örneğinden baktığımızda gördüğümüz manzara ne yazık ki içler acısıdır. Çünkü günümüzün dindarları, ne yazık ki hayata sadece siyasetin ve ideolojik kimliklerin penceresinden bakar hale geldikleri için, Kur’an’ın kesin bir dille yasakladığı bütün kötülükleri siyaset diliyle tevil ederek dinle asla örtüşmeyen bir hayat tarifi yapmaktadırlar.
Dramatik bir durum ama günümüzde dindar olmanın tarifi değişmiştir. Mesela hemen hepimiz, namaz kılan bir insana ‘dindar’ deriz, evet doğrudur ama eksik bir tariftir. Ne hikmetse hayatının her aşamasında adaletle davranan, yalan söylemeyen, hakka-hukuka riayet eden, yolsuzluk yapmayan, herkesin en temel özgürlüklerini koruyan insanlara ‘dindar’ demek hiçbirimizin aklına gelmez.
Oysa biliyoruz ki “Bir kimse dindarlığını davranışlarına yansıtmak istiyorsa, yaptığı her işlemde hak ve hukuka riayet etmesi, sorumlu ve dürüst davranması, kimseyi aldatmaması gibi erdemler yeterlidir.” (Ali Bardakoğlu, İslam’ı Doğru Anlıyor muyuz?, s.123)
Peki neden şimdi, öncelikle yalan söylemeyen, yolsuzluk yapmayan, hakka-hukuka riayet eden, herkese adaletli davranan insanların ‘dindar’ olması gerektiği aklımıza gelmiyor?
Çünkü bugün siyaseti hayatlarının merkezi haline getiren dindarların önemli bir bölümü bu meziyetlerle değil, sadece belli dini ritüellerle, yani görsel bir dindarlıkla anılmayı tercih ediyor.
Her ne kadar bu gerçeği kabul etmek hepimize zor gelse de günümüzün Müslüman zihinleri, her sıkıştığında bir hoca efendiden fetva alarak ya da tabulaştırdığı siyasi liderlere sığınarak, her zaman ilave bir çıkış kapısı ve meşruiyet alanı oluşturuyor.
Bu yüzden de herkesin güvenilir olarak gördüğü ve Muhammedü’l Emin olarak adlandırdığı Hz. Peygamber’in ümmeti olan Müslümanlar, maalesef ahlaki meziyetleriyle ‘güvenilir insan’ olmaktan çok, iktidar erkinin sağladığı ‘korunaklı’ alanlarda “ezan susmaz, bayrak inmez” hamasetiyle mutlu olmayı seviyor.
Ve ne yazık ki tarih ve toplum bilincini kaybeden günümüzün Müslümanları, zihni anlamda dindar gibi görünüyorlar ama ameli olarak sekülerliğin zirvesinde yaşıyorlar.