Son yıllarda kültürel anlamda müthiş bir lümpenleşme yaşandığını ve bu halin neredeyse toplumun bütün katlarında derin bir yozlaşma yarattığını görmek doğrusu endişe verici. Doğal olarak bir kültürün tarihsel süreç içinde geçirdiği değişim evreleri, aynı zamanda o toplumun kültürünü karakterize eden en önemli niteliklerdir. Zira küresel ölçekte yaşanan ekonomik, siyasi ve teknolojik değişimler toplumların kültürel hayatını doğrudan etkilemektedir. Önemli olan bu değişimin toplumun kültürel kodlarına uygun olarak seyretmesidir.
Ancak şunu da unutmamak gerekiyor ki kültürün dinamik yapısı gereği, dışarıdan esen değişim rüzgarlarıyla birlikte bizzat toplumun kendisi de değişir. Eğer toplum kendisini bir takım hamasi söylemlerin etkisiyle evrensel ölçekteki değişime kapatırsa, hiç tahmin edemeyeceği bir yozlaşmayla karşı karşıya kalabilir. Tarihsel tecrübeler göstermiştir ki kendini yenileyemeyen, içine kapanan, değişimi yok farzeden toplumlar sonunda kültürel bir kısırlaşmaya mahkum olurlar.
Yerli ve milli olmak kaygısıyla farklı kültürlere karşı aşırı bir ‘korumacı’ tavır sergileyen toplumlar, aslında hakim kültürlerin etkisine en çok maruz kalan toplumlardır. Unutmayalım ki korumacılık refleksleriyle kültürlerarası ilişkiyi ve etkileşimi olumsuzlayan yaklaşımların hakim olduğu bir toplumda kültürel alanda, müzikte, mimaride, resimde, kısacası sanatın bütün alanlarında dünya ile yarışacak yeni eserlerin ortaya çıkması mümkün değildir.
Çok doğaldır ki bu tür toplumlarda geçmişin parlak günlerine atıflar yapılır ve sürekli “Bizim tarihimizde Mimar Sinan gibi bir deha var, musikide Dede Efendi ve Hacı Arif bey gibi büyük musikişinaslar var” benzeri bol bol şanlı tarih hikayeleri anlatılır. Peki bugün neden yok, soruş karşısında ise ne yazık ki verilecek bir cevap yoktur. Çünkü gözlerini dünyaya kapatıp, tarihi hülyalara dalmak rahatlatıcıdır ve de zahmetsiz bir iştir.
İşte kültürel hafızasını böylesine fantastik bir dünyaya sabitlemiş toplumlarda, dünyanın değişik coğrafyalarına ait kültürel değerlerden, müzikten, resimden, heykelden bahsetmek hem makbul bir durum değildir, hem de müstemlekeci bir ruh halinin göstergesidir.
Diyelim ki uzaktan da olsa dindar mahalle ile aidiyet anlamında bir irtibatınız var ve caz müziğine aşinalığınız yüzünden Miles Davis, Duke Ellington, Dizzy Gillespie, John Coltrane, Charlie Parker, Louis Armstrong, Herbie Hancock, Marcus miller
dinliyorsunuz, The Beatles, Led Zeppelin, Jethero Tull, The Rolling Stones, Pink Floyd, Nirvana, Queen, Simon and Garfunkel, Deep Purple gibi rock müziğinin efsane grupları sizin için vazgeçilmez bir özellik taşıyor. Dahası klasik Batı müziğinin dehaları olan Beethoven, Mozart, Vivaldi, Bach, Mahler, Ravel, Handel, Mendelsson, Johann Strauss, Chopin, Wagner gibi bestecilerin eserlerini bir ruh zenginliği içinde dinlemeye çalışıyorsunuz. Özellikle bazı dindar çevreler tarafından anında hazır şablonlara yerleştirilip “Batı hayranlığı” etiketiyle zihinlerde başka bir mahalleye sürgün edilebilirsiniz.
İyi güzel de dindarlar neden Beethoven dinlemesin? Mesela Vivaldi’nin ‘Dört Mevsimi’ni, ya da Mozart’ın 40. Senfonisi’ni dinlemek dini hassasiyetleri olan bir insanın inancını ifsat edebilir mi? Elbette böyle bir şey kabul edilemez. Zihinsel algı düzeylerimizde belli farklılıklar olsa da sonuç itibariyle Dede Efendi’yi, Hacı Arif Bey’i, Itri’yi hangi deruni duygularla dinliyorsak, Beethoven’i de, Mozart’ı da benzer bir ruh iklimi içinde dinleyebiliriz.
Evet ‘ulusalcılığın’ prim yaptığı şu günlerde, müzikte ve sanatın her alanında evrensel bir dili savunmak pek makbul bir durum değil, hatta zaman zaman ihanetle suçlanmak bile mümkün. Ancak 1970’ler ve ‘80’lerde durum hiç de böyle değildi, özellikle İslamcı entelektüel kesimler açısından sanatta, edebiyatta, müzikte, mimaride dünyanın bütün sanat-edebiyat iklimlerine açık evrensel bir bakış hakimdi. Ancak şimdi dindarlar açısından geldiğimiz nokta, kelimenin tam anlamıyla bir gerileyiş içe kapanma göstergesidir. Geçmişte İslamcı kavramı içinde değerlendirilen okumuş-yazmış kesimler, artık günümüzde ulusalcılarla, kavmiyetçilerle ve de iktidarla kol kola yürümeyi seçmiş bulunuyorlar.