4 Haziran 2001 tarihli Yeni Şafak gazetesinde, internete yasaklar getirme hevesiyle hazırlanan RTÜK yasasıyla ilgili bir yazı yayınlamıştım. Dönemin başbakanı Bülent Ecevit ve hükümeti bütün dünyada iletişim özgürlüğü alabildiğine genişlerken, Türkiye’de yasaklarla örülü bir “RTÜK yasası” çıkarmıştı. O günlerde müthiş bir toplumsal tepki oluşmuş, ben de kelimelerin ucunu biraz sivrilterek vekilleri incitici de olsa böyle bir başlık kullanmıştım. Neyse ki Cumhurbaşkanı Necdet Sezer yasayı veto etmiş ve memleket rahatlamıştı.
Peki şimdi neden 18 yıl sonra böyle bir başlık kullandım?
Malum yeni yasayla Netflix gibi platformlar ve internetten yayın yapan televizyonlar RÜTÜK denetimine sokuldu. Uygulamanın nasıl olacağı henüz belirsiz ama, muhtemelen internet üzerinden yayın yapan televizyonları yasaklamak, sansürlemek için bir yöntem bulunmuş oldu.
Meğer ne öngörüsüz bir adammışım, 18 yıl öncesinden bugünleri görememişim!.. Ama nereden bilebilirdim ki, gün gelecek AK Parti gibi demokratikleşmenin ve özgürlüklerin öncüsü olan bir partinin iktidarında Türkiye yeniden iletişim yasaklarıyla tanışacak.
Ama oldu işte, AK Parti yola çıkarken demişti ki: “Demokratik rejimlerde, siyası iktidarların ve bürokratik yapıların temel hak v e özgürlüklerin kullanılmasına müdahale edemeyeceğini, uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan temel hak v e özgürlüklerin eksiksiz olarak hayata geçirilmesini savunan partimiz, temel hak ve özgürlükleri ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde, özellikle Kopenhag Kriterlerinde belirtilen seviyeye yükseltmek için Anayasa ve yasalarda gerekli değişikliği yapacaktır.” Ve bu taahhütlerini de büyük ölçüde hayata geçirdi.
Talihsizliğe bakın ki bugün aynı AK Parti, bizzat kendi iktidarında genişlettiği özgürlük alanlarını daraltmak gibi tehlikeli bir istikamete yönelmiş bulunuyor.
18 yıl önce AK Parti’nin, dönemin yasakçı iktidarlarına karşı yönelttiği keskin eleştiriler hepimizi umutlandırmış ve geleceğe daha güvenle bakar hale gelmiştik. Şimdi, o günlerde yazdığım yazıyı yeniden okuduğumda görüyorum ki, talihsiz bir şekilde dönüp dolaşıp yine aynı günlere geri dönmüşüz. Sanki hiçbir şey değişmemiş gibi... O günlerdeki yazımın bazı paragraflarını aynen alıyorum, taktir sizin...
20. Yüzyılın yasakçı zihniyeti Türkiye’’yi “tek parti dönemi”nin karanlığına gömmek için çatır çatır baskı yasaları çıkarıyor. Bu yasanın altına imza atanların demokratik bir zihniyet olduğunu kim iddia edebilir?
Demokratik dünyaya inat, baştan aşağı bir yasaklar manzumesi olan RTÜK yasası yetmiyormuş gibi, bir de içine “interneti denetleme” maddesi sokuşturuluyor. Şu akıllara zarar duruma bakın ki, bu parlamentoda bulunan vekiller, daha internetin denetlenemeyeceğinden bile habersiz.
Bunlar, “Bilgi Çağı” denilen şeyi liderlerine “kafa sallamak” gibi bir şey zannediyorlar herhalde. İnterneti yasaklayan bu yasayla, parti liderlerinin itaatkar kulları dünyada bir ilke daha imza atacaklar ve “Bilişim Çağı”na savaş açan biricik ülke olma şerefine nail olacağız. Galiba “bir Türk’ün dünyaya bedel” olması böyle bir şey oluyor...
Yasakçılığın böylesine trajik boyutlara ulaşması, doğrusu hepimizin içini acıtıyor. Yasakçı zihniyetin Türkiye’yi getirip bıraktığı acıklı ve acılı tablo böylesine açıkken, Ankara’daki yasakçı zihniyetin bilgi çağına karşı valiler ve muhtarlarla savaş açmasından utanç duyuyoruz. Yıllarca, “ayıplar” yüzünden başımız eğik ve yapayalnız yaşadık dünyada. Ancak böylesine bir gülünçlüğü, galiba ilk kez yaşıyoruz.
herhalde dünyanın hiçbir baskıcı rejiminde bile “interneti yasaklama” buluşu keşfedilemedi. Hele şu “muhtarlık ilmuhaberi” olmadan internet açamama işi, dünya çapında bir buluş... Böyle bir icat, olsa olsa ancak “dünyaya bedel bir Türk’ün eseri olabilir...
Ülkeyi “dahili ve harici bedhahlar”dan korumak için bundan daha müthiş bir buluş olamazdı herhalde. 21. yüzyılın yeni Talibanları’nın canı sıkılacak ama, onlara kötü bir haberimiz var; “siber-uzayda” muhtarlık ilmuhaberi geçerli değil.