Genel tanım itibariyle demokratik ülkelerin bilimsel ve teknolojik alanda gelişmelerini tamamlamış refah toplumları olduklarını biliyoruz. Zaman zaman Çin örneği üzerinden despotik yönetimlerin de kalkınmış ülkeler oldukları iddia edilse de bu kesinlikle doğru değildir. Bir kere insani kalkınmışlık açısından önemli bir gösterge olan kişi başı gayri safi milli hasılada (GSYİH) Çin, demokratik ülkelerle kıyas edilemeyecek kadar gerilerdedir. Mesela Avrupa’da kişi başı gayrı safi milli hasıla 40-50 bin dolarlar civarında iken Çin’de bu rakam 7-8 bin dolar düzeyindedir.
Şunu da açıkça ifade etmek gerekiyor ki, kalkınmışlık göstergesi büyük parasal imkanlara sahip olmak değildir. Suudi Arabistan gibi bir diktatörlük ülkesinin elinde milyarlarca petro-dolarlar bulunmaktadır. Ama Suud krallığının ne bilimsel, ne kültürel, ne de teknolojik alanda hiçbir başarısı bulunmamaktadır, o sadece bir müşteridir o kadar... Her yıl milyarlarca doları saraylara, yatlara, katlara gömer ama Amerika’nın iyi bir taşeronu olmaktan başka bir başarı sağlaması asla mümkün değildir.
Kısacası ülkeleri değerli kılan, sadece parasal zenginlikleri değil, aynı zamanda hukuktur, insan haklarıdır, özgürlüklerdir. Bu yüzden de dünyada saygın bir yer edinmeyi önemseyen her ülke doğal olarak ‘demokrasi ligi’nde ön sıralarda olmayı isteyecektir.
The Economist dergisinin geçtiğimiz günlerde yayımladığı , 2018 Demokrasi Endeksi Raporu’nu görünce içim burkuldu. Zira 167 ülkenin değerlendirildiği raporda Türkiye geçen yıla oranla on basamak daha gerileyerek 110. sırada yer almış bulunuyor. Türkiye’nin demokrasi puanı ise 4.88’den 4.37’ye geriledi.
Türkiye bu sıralama ile Nijerya, Uganda, Zambiya, Lübnan, Sri Lanka gibi ülkelerin gerisinde kaldı. Endekste dünyanın en demokratik ülkesi Norveç olurken, bunu İzlanda, İsveç, Yeni Zelanda takip etti. Demokrasi durumunun en kötü olduğu ülkeler ise Kuzey Kore, Suriye ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti olarak listelendi.
Ülkelerin, tam demokrasi, kusurlu demokrasi, hibrit demokrasi, ve otoriter olarak katagorize edildiği endekste Türkiye, hem demokratik, hem de otokratik öğeler bulunduran “hibrit rejim” kategorisinde yer alıyor.
Endekste coğrafi bakımdan “Batı Avrupa ülkeleri” kategorisinde yer alan Türkiye, bu kategoride ‘hibrit demokrasi’ye sahip olan tek ülke olarak son sırada bulunuyor. Türkiye’ye demokrasi endeksi en yakın olan Batı Avrupa ülkesi ise 7.29 ile Yunanistan oldu. Economist Türkiye’nin puanının gerilemesine neden olarak yeni Cumhurbaşkanlığı siteminin “yürütme organına” çok büyük yetkiler verirken, parlamentonun gücünün azalmasını gösterdi.
Kuşkusuz bu övünülecek bir tablo değil, eminim ki bu ülkede yaşayan herkes Türkiye’nin daha üst sıralarda olmasını canı gönülden isteyecektir. Bir takım yanlış anlaşılmalara yol açmaması için hemen belirtelim; bu istek kesinlikle bir muhalefet duygusunun sonucu değildir. Ayrıca bu bir Batı hayranlığı da değildir.
Zira iktidar ve muhalefet partileri dahil, bütün sivil toplum oluşumları ve bireylerin tek hedefi; Türkiye’de demokrasinin kalitesinin yükselmesi, hukukun üstünlüğünün tesis edilmesi ve herkesin fikirlerini özgürce ifade edebilmesidir. Economist’in raporunda da ortaya çıktığı gibi, eğer Türkiye demokrasisi konusunda dış dünyada negatif bir algı oluşmuşsa, bu ülkede yaşayan insanların bu algının düzeltilmesi için taleplerde bulunmasından daha doğal bir şey olamaz. Ve bunları dillendirmek iktidar karşıtlığı, ya da muhalefet yapmak değildir. Tam aksine halkın düşünceleri ve talepleriyle katılımı, demokratik yönetimlere güç katar. AK Parti’nin 2002 yılında yola çıkarken ortaya koyduğu ilkelerde de bu açıkça ifade edilmektedir: “Yönetimin demokratikleşmesi, toplumun olduğu kadar, devletin de lehinedir Devlet demokratikleştikçe halkını yönetim ve meşruiyeti de güçlenir ve uluslararası alan da saygınlık kazanır. Gücünü halktan ve sivil toplum örgütlerinden alan yönetimlerin, bölgelerinde ve Dünyada etkilen ve pazarlık güçleri artar.”