Faşizmi totalitarizmin siyasal yüzü olarak tanımlayan Hannah Arendt “Totalitarizmin Kaynakları” isimli çalışmasında, “Yerkürenin fethini ve bütünsel tahakkümü amaçlayan totaliter girişim, bütün kördüğümlerin en yıkıcısıdır. Onun zaferi, insanlığın yok olması demek olabilir ancak; egemen olduğu her yerde insanın özü yıkılmıştır. Yüzyılımızın bu yıkıcı güçlerine sırtımızı dönmenin hiçbir yararı yoktur”.
Bugün Gazze’de sivilleri tümden yok etmeye yönelen Netanyahu faşizminin günahlarına ortak olan Avrupa’nın, demokratik değerlere nasıl bir kötülük ettiğini anlayabilmek için faşizmin geçmişine kısaca bakmakta yarar var.
Faşizmin ilk ortaya çıktığı ve iktidar olduğu ülke İtalya’dır. Birinci Dünya Savaşı sonrasında paylaşımdan “umduğu” payı alamayan, savaşta yarım milyona yakın insanın öldüğü yoksulluk ve ekonomisi yıkım içindeki İtalya’da faşizm, sosyalistlerin büyük prestij ve gücüne rağmen, kitle tabanı kazanmış ve 1922’de Benito Mussolini önderliğinde iktidara gelmiştir.
Faşist hareketin büyük kitle tabanı kazandığı ve iktidara geldiği bir diğer ülke ise Almanya’dır. Versailles anlaşmasını imzalamak zorunda bırakılan Almanya’da faşizm, ulusal gururu ayaklar altına alınan halkın milliyetçi duygularını kullanarak, Alman “Ari” ırkının tüm kültür ve sanatın yaratıcısı olduğu, dünyanın efendisi olmaya muktedir tek ırk olduğu propagandasına sarılıyordu.
Artık biliyoruz ki Hitler’in bu kötülük çılgınlığı, hem Almanya’yı derin bir yıkıma götürmüş hem de insanlığı utandıran bir dünya yaratmıştır.
Faşizmin bu büyük yıkımının ardından normalleşen ve demokratik değerleri ön plana çıkaran Avrupa, ne yazık ki şimdilerde faşizmin yeni bir kötülük dalgasıyla karşı karşıya.
Maalesef yeni faşizm dalgasıyla birlikte göçmenlere, Müslümanlara, yabancılara düşmanlık hızla yayılıyor. Ekonomik krizin orta ve alt sınıflarda yarattığı gerilimin faturası, doğal olarak yoksul ülkelerden metropollere göç edenlere kesiliyor. Göçmenlere yönelik milliyetçi kışkırtmanın fazla prim yapması, yabancı düşmanlığı kılığında sivrilen ırkçılığı, radikal sağı besleyen ana damar haline getirdi. 21. yüzyılın günah keçileri ilan edilen Müslümanların, göçmenlerin birçok ülkede ev ve işyerlerinin kundaklanması sonucu yüzlerce işçi (ve ailesi) katledildi, yüz binlerce göçmen fiili saldırılara maruz kaldı.
Müslümanlara, kaçak göçmenlere yönelik düşmanlığı ırkçı ve milliyetçi bir söylemle kışkırtan faşist gruplar giderek bütün Avrupa’da güç kazanmaya başladılar. İkiyüzlü bir politik savrulmaya yaşayan Avrupa’nın siyasi elitleri bir yandan faşizmin 1945 çöküşünü kutlarken, öte yandan günübirlik çıkarlar adına faşist, aşırı sağcı parti ve grupları besleyen bir politika izliyor ne yazık ki…
Kaderin cilvesine bakın ki faşizmin hakim olduğu “kötülüğün sıradanlaştığı” o karanlık dönemde, Yahudilere büyük acılar yaşatan, aynı şekilde kendisi de acılar yaşayan Avrupa, şimdi yüzyılımızın yeni Hitler’i Netanyahu’nun Filistin halkına uyguladığı soykırıma destek vererek yeni bir kötülüğün taşeronluğuna soyunmuş bulunuyor.
Peki demokratik değerlere, insan haklarına, özgürlüklere, birlikte yaşamaya ve ‘hukukun üstünlüğü’ne inanan Avrupa’ya ne oldu?
Acaba faşizmin yeni ‘karanlıklar prensi’ Netanyahu ile kucaklaşmak için kuyruğa giren Avrupalı liderler kendilerini Rusya’nın, Çin’in ve Ortadoğu’nun despot liderlerinden hangi özellikleriyle ayrıştıracaklar bundan sonra…
İnsani değerler anlamında derin bir ahlaki kriz yaşayan Avrupalı liderlere hatırlatmak gerekiyor ki faşizmin devinimini sağlayan temel itici güç şiddettir, tıpkı bugün İsrail’in Filistin halkına uyguladığı şiddet gibi… Federico Finchelstein’in de altını çizdiği gibi faşistlere göre faşist olmayan herkes mutlaka lider ve halkın oluşturduğu ulusal topluluğun karşısında olan zehirlenmiş insanlardır. Faşist siyasette onların meşru bir yeri yoktur. Onlara göre iktidar şiddettir, bu vesileyle iktidar pratikleri şiddet biçimlerinde görünmektedir. Onaylama-dışlama pratikleri katı kurallarla belirlenmiş olan faşizm, iktidarın şiddetini; lider, ulus devlet ve halktan oluşan modern siyasi mit üzerinden meşrulaştırır. (Faşizmden Popülizme, s.113, İletişim Yay.)