Opera konusunda derinlikli bir bilgiye sahip olduğumu söyleyemem ama opera dinlemeyi, izlemeyi severim. Dünyanın en önemli opera sanatçılarını say deseler herhalde ilk aklıma gelenler Maria Callas, Luciano Pavarotti, Plácido Domingo, Cecilia Bartoli, Franco Corelli, Peter Schreier, Juan Diego Florez, Carlo Bergonzi, Nicolai Gedda, Beniamino Gigli, John Vickers, Jonas Kaufmann, José Carreras, Andrea Bocelli, Ramón Vargas gibi isimler olurdu.
Ve tabii ki Türk opera sanatçılarından ilk aklıma gelen isimleri de burada zikretmem gerekiyor. Türk operasında ilklerin sanatçısı Semiha Berksoy, Suna Korat, Hakan Aysev, Ayhan Baran, Murat Karahan, Kürt opera divası Pervin çakar, Zehra Yıldız ve Barak Bilgili bunlardan bazıları…
Kuşkusuz opera, sadece müzik ve sahne sanatlarının birleştiği bir sanat türü olmanın ötesinde aynı zamanda yaratıcılık, yetenek ve sanatsal ifade açısından da önemlidir. Opera, birçok insan için ilham verici ve duygusal bir yaratıcılık kaynağıdır. Daha da önemlisi sahnede canlandırılan hikayelerin müzik ve sahne sanatlarıyla birleşmesiyle izleyicileri duygusal anlamda etkileme özelliğine sahiptir.
Bu açıdan bakıldığında opera sanatının, dünya kültürüne ve sanatına önemli katkılar sağladığının altını özellikle altını çizmek gerekiyor. Dünya genelinde hala popülerliğini korumaya devam eden opera, güçlü bir tarihe, kültürel mirasa ve insanların hayranlık duyduğu bir sanatsal ifade biçimine sahiptir.
Ve tabii ki opera denince ilk akla gelen isimlerden birisi Maria Callas’tır. Çünkü o opera alanında devrim yapmış bir sopranodur. Onun zamanına kadar sopranolar kategorilere ayrılmış; koloratur(bir tür opera soprano sesidir), lirik, lirik koloratur, lirik spinto, dramatik soprano türleri gibi sıfatlarla repertuvarları daraltılmıştı. Sahne üzerindeki oyunculuk ikinci plana itilmiş, büyük ve abartılı jestler, statik duruşlarla sınırlandırılmıştı. Söz ve ifade, notaları doğru olarak söylemenin gerisinde kalıyordu. Maria Callas vokal sınıflandırmalara karşı çıktı. Tıpkı bir yüzyıl öncesinde yaşamış sopranolar gibi, mezzosopranodan - koloratur sopranoya kadar bestelenmiş bütün rolleri seslendirdi.
Maria Callas’ın ses aralığının genişliğinin ve sesinin şiddetinin yanı sıra, karaktere vermiş olduğu farkındalık ve duyguyla zenginleştirdiği ses rengi, onu diğer sopranolardan ayrıcalıklı kılan özelliklerinden birisidir. Örneğin Madame Butterfly’daki soprano karakterinde 15 yaşındaki bir genç kız sesinin rengini vermeyi başarırken; Medea, Tosca, Manon Lescaut, Lady Macbeth gibi rollerde ise bambaşka dramatik bir ses rengi ile karşımıza çıkar.
Bir bakıma cennetle cehennem arasında gidip gelen o muhteşem sesiyle, çalkantılı özel hayatıyla ölümünden 47 yıl sonra bile hala tartışılan büyük bir soprano Maria Callas…
O operayı bilinen çevrelerin dışına çıkarmış, tartışılmaz sesi ve sansasyonel hayatıyla bugün bile hala gündem olmaya devam ediyor. Hele Callas’ın 1955 yılında klasik müzik dünyasının ebedî şeflerinden Herbert von Karajan yönetiminde Milano La Scala’daki bir konseri vardır ki konserin orijinal kasetlerinden aslına oldukça sadık bir şekilde aktarılarak yapılan o yeni albümü dinlemek adeta dünyalara bedeldir.
Bihter Yıldız, Alfonso Signorini’nin Maria Callas’ın hayatını kaleme aldığı “Çok gururlu, çok kırılgan” adlı kitabından Callas’la ilgili anektot aktarıyor. Kitaptaki o satırlar, çok zor ve mücadele ile geçen bir hayatın ve dünya çapında bir başarının kahramanı olan Maria Callas’ın hikayesinin özeti gibidir adeta…
“Madame Callas’ın boynuna ve kulaklarına Paris’in ünlü mücevher firması Van Cleef’in değeri bir milyon dolar olan bir takım takılmıştı. Mekik kesimli pırlantalar üzerine dillendirilen efsaneler parıltı üzerine parıltı ekliyordu.
“Madame, kolyem nerede?” diye sordu.
“Pelerinin altında duruyor. Burada,” diyen Maria şalını kaldırarak kolyeyi gösterdi.
“Ah, quel scandale! Bu mümkün değil! Bu akşam boynunuzdaki gerdanlığın dünyada eşi benzeri yok.
Bunu herkese göstermelisiniz. Açın yakanızı.” Callas öfkeden delirdi.
“Birkaç dakika sonra konserime başlıyorum.
Üç kuruşluk tüccarlarla kaybedecek zamanım yok benim,” diye haykırarak adamı odasından kovdu. “Siz merak etmeyin, yarın dünyanın bütün gazeteleri sizin kolyenizden söz edecek.”
Salonda gerilim bıçakla kesilecek yoğunluğa ulaşmıştı. Bu akşamın gösterisini Eurovizyon da izlediği için Callas’ın Paris’te sahneye çıkışını milyonlarca kişi aynı anda seyredebilecekti. Koro iki kenara dizilmişti. Maria en büyük silahı olan Casta Diva ile başladı. Sesi, tiyatroda yayılmaya başladığında, onun büyüsüne kapılan seyirci benzersiz ve yinelenmesi olanaksız bir olaya tanıklık etmenin bilincindeydi. A noi volgi il bel sembiante, senza nube e senza vel! şarkısını söylerken Maria elini yavaşça boynuna götürerek giysisinin yakasını okşamaya başladı.
Kimse fark etmeden Van Cleef’in çok değerli kolyesinin vidasını yavaş yavaş gevşetti. Gerdanlık, seyircinin şaşkın bakışları altında yere düştü. Gözlerini insanlığın sefilliklerine indiren bir tanrıça edasıyla bakışlarını yere indirdi. Ve ayağının çok küçük ve şık bir hareketiyle değerli kolyeyi bir köşeye itti. Ertesi gün dünyanın bütün gazeteleri Maria’nın Paris zaferini manşetten verirken şöyle yazmıştı: İlahenin ayakları dibinde bir milyon dolar.”