İnsan öğrenme tecessüsü yüksek olan bir varlıktır, önce öğrenir, sonra da bu öğrendikleriyle hayatı ve kendisini sorgular. Ben bir müzisyen değilim, üstelik de köyde doğduğum için kalifiye anlamda müzikle tanışmam biraz geç oldu. Dolayısıyla rock, caz, klasik Batı müziği ve klasik Türk musikisi eksenindeki ilgilerimin özellikle üniversite yıllarımda daha rafine hale geldiğini söylemem gerekiyor.
O yıllardan bu yana hayatımın her döneminde dünyayı cazın penceresinden görmeye özen gösteriyorum. Bazıları için bu durum çok makbul bir tercih olmayabilir, hatta müzikle ilgilenmenin bir ‘iman meselesi” olduğunu kafasına takıp bu konuda fetva arayanlar da olabilir. Ama ben bu dünyaya da, öbür dünyaya da daha farklı bir pencereden bakıyorum. Zihin dünyamı her zaman farklı düşüncelere, farklı müziklere açık tutmaya çalışıyorum. Kuşkusuz bu hayatı kolaylaştırmıyor, ama yaptığım her şeye yüreğimi katmamı ve hayata daha huzurlu bir pencereden bakmamı sağlıyor.
Müthiş bir değişim çağında yaşıyoruz, öyle zamanlar oluyor ki değişimin hızı kendisinden daha önemli hale geliyor. Kanaatim o dur ki, yaşadığımız bu bilgi çağında toplumsal ya da bireysel olarak yeniden kendimizi ve yaşadığımız çağı sorgulamak durumundayız.
Yaşadığımız bunca sorun varken “Nedir bu caz muhabbeti?” diyenlerin sorunlarının çözümü için hazır reçete sunamam elbette. Ama cazın, çağımızda yaşanan problemleri sorgulamanın en önemli araçlardan biri olduğuna inanıyorum. Zira caz bir taraftan eskiye dönüyor, eskiden hareket ederek yeni şeyler yaratıyor, soruyor ve sorguluyor.
İşte bu yüzden caz müziği yerinde duramıyor ve bir bakıma yaşadıklarımızı sesle ifade ediyor, yani caz bize müzikle cevap veriyor...
İnanıyorum ki caz, zaman zaman kendimize sorduğumuz “Ne olacak bu dünyanın hali?” sorusuna daha içten bir bakış geliştirmemize önemli katkılar sağlayacaktır.
Zira öyle bir dünyada yaşıyoruz ki; yüzyıllara dayanan bir tecrübenin sonunda elde ettiğimiz demokrasi derin bir kriz yaşıyor, iklim değişikliği her an bir felakete dönüşebilir, Pazar ekonomisi çöküyor, ekonomik bunalımların hızı artıyor, en önemlisi de felsefi ve fikri birikimlerimiz bilimsel devrimlerin yarattığı teknolojik imkanların hızına yetişemez durumda.
Cazı seversiniz ya da sevmezsiniz, bu tamamen kişisel bir tercihtir. Ancak bilmek gerekiyor ki kölelik döneminin acılı ikliminde çıkan bu orijinal müzik büyüyüp geliştikçe, içinden çıktığı tüm kökleri kapsayan evrensel bir dile ve sese kavuşmuştur.
Bu evrensel ses, bugün eğlenme ve eğlendirmenin ötesinde çok daha önemli bir boyut kazanmış bulunmaktadır. Joachim E. Berendt “Caz” kitabında bu konuda ufuk açıcı bir tespitte bulunuyor: “Caz, doğuşundan yüzyıl sonra hâlâ doğduğu zamanki şeydir; bir protestonun müziğidir. Bu yanı da diriliğini oluşturan unsurların bir parçasıdır. Toplumsal, ırksal ve manevi ayrımcılığı, değersiz burjuva ahlâkının klişelerini, modern toplumun işlevsel örgütlülüğünü, bu dünyanın bireyselliği yok edişini, kendine uymayanları yargılayan standartların kategorize edilmesini protesto eder.
Bugün caz, tahakkümü sadece kendine ve yaratıcı üretkenliğine karşı değil, aynı zamanda insani ve insana yaraşır varoluşa karşı her yerde bir tehdit olarak gören-bütün ülkelerde ve sosyal sistemlerde, bilimcilerin, felsefecilerin, yazarların, müzisyenlerin, sanatçıların ve bütün alanların duygulu insanlarının, kısaca çağımızın resmini sonraki nesillerde iz bırakacak bir şekilde belirleyen herkesin katıldığı-dünya çapında bir protesto biçimine büründü.”