Corona felaketi bütün devletleri, ülkeleri hallaç pamuğu gibi atıyor, toplumların devlete olan güven duygularını bir bakıma test ediyor.
Normal zamanlarda birbirlerine karşı güç gösterisinde bulunan, “büyük devlet” egosu üzerinden hamaset üreten devletlerin gerçek güçlerini gözler önüne seriyor.
Salgının başladığı ilk günlerde meseleyi ciddiye almayan, hatta bunu komplo teorileriyle izah etmeye çalışan, ya da “bize bir şey olmaz” diyerek geç uyanan ülkelerin hali ortada. Mesela İtalya tedbir almakta geciktiği için şimdi tam bir trajedi yaşıyor. İran’ı yönetenler Koronavirüs’ün “İslam rejimini yıkmak isteyen emperyalist güçlerin saldırı silahı” olduğunu söylediler, ama şu anda binlerce insan hayatını kaybetmiş durumda...
ABD Başkanı Trump ilk günlerde “Çin virüsü” diyerek alaycı bir üslupla salgını hafife almıştı, ancak şu anda Amerika’da vaka sayısı 150 bini aşmış ve ölüm oranlarında ilk üç sıraya girmiş durumda. Türkiye’de ise ilk başlarda “bize bir şey olmaz” havası hakimdi, ama şimdi tehlike her geçen gün büyüyor.
Korona belasının hiçbir din, ırk, ideoloji, zengin-fakir ayrımı yapmadan bütün ülkelerin kapısını çalması sonucu artık herkes felaketin vahametini kavramış durumda. Ancak mesele tıbbi mücadelenin ötesinde, daha büyük bir yangına işaret ediyor.
Bu fırtına şimdiden ülkelerin ekonomilerini derinden etkilemiş durumda. Çünkü sanayide çarklar ya dönmüyor, ya da yavaş dönüyor. İnsanlar evlerine kapanmak zorunda kaldıkları için, hayatlarını idame ettirme konusunda gerekli parayı bulmakta zorluk çekiyorlar.
İşte bu noktada hayatın sürmesi için devletlerin mali kaynaklarını seferber etmeleri gerekiyor. Ekonomisi güçlü olan gelişmiş ülkeler, ardı ardına trilyon dolarlık destek paketleri açıklayarak vatandaşlarına nefes aldırmaya çalışıyorlar. Ancak fakir ya da refah devleti standartlarını yakalayamamış ülkelerin bu fırtınayı atlatmaları hiç de kolay değil. Hele de Türkiye gibi zaten derin ekonomik kriz yaşayan ülkelerin işi daha da zor...
Aslında Türkiye AK Parti iktidarıyla 2011’e kadar sürdürdüğü demokratik ve ekonomik hamlelerle bir üst lige çıkmak için çok önemli bir fırsat yakalamış ve doğru bir istikamet tutturmuştu. Ancak ne yazık ki AK Parti, önemli bir bölümünü hayata geçirdiği demokratik ve ekonomik tezlerinden vazgeçerek, “eski Türkiye”nin Ankara ligine dönmeyi tercih etti.
Düşünün ki AK Parti iktidarı döneminde Türkiye’ye 600 milyar dolar yabancı sermaye girişi olmuş. Peki nerede bu paralar? Maalesef tamamını betona gömdük...
Ve şimdi kendi kaderimizle baş başayız ve en güçlü tezimiz “Biz bize yeteriz Türkiyem...” Korona felaketi yüzünden evlerimize kapandık, bütün dükkanlar, marketler ve hizmet sektörü tümüyle kepenk indirmiş durumda. Evlerinde karantina günlerini yaşayan insanlar hayatlarını nasıl idame ettireceklerinin derdine düşmüş durumdalar.
Ama biliyoruz ki devlet tam da bugünler için vardır, böylesine kriz dönemlerinde bütün mali kaynaklarını seferber ederek halkının sorunlarına çareler üretebilen devlet büyük devlettir. Ama ne yazık ki zaten yaralı durumda olan ekonomimiz bu yükü kaldırabilecek imkanlara sahip değildir.
Ekonomisi güçlü olan ülkeler Corona günlerinde halkına trilyonlarca dolarlık mali kaynaklar aktarırken, bizim devletimiz ülke çapında yardım kampanyası başlatarak buradan elde edeceği mali imkanları ihtiyacı sahiplerine aktarmayı tercih etmiş bulunuyor. Böyle bir kampanyaya karşı çıkmak elbette mümkün değildir. Zor zamanlarda yaralarımızı birlikte sarmak, dayanışma içinde olmak hepimiz için güzel bir erdemdir. Ayrıca Türk toplumu tarihin bütün dönemlerinde böylesine güzel hasletleri sergilemiş vefakar bir toplumdur.
Ancak iktidar erkinin kendi sorumluluk alanı içinde bulunan görevleri ve mücadele sorumluluğunu büyük ölçüde vatandaşının sırtına yüklemiş olmasını anlamak da mümkün değildir. Hele de iktidarın, belediyelerin yardım toplamalarını yasaklaması meseleyi siyasallaştırmanın en bariz göstergesidir. Devleti yönetenlerin adil bir vergilendirme ile devletin kaynaklarını zenginleştirmek yerine, “pamuk eller cebe” diyerek keyfi bir yöntemle topladığı yardımları lütuf gibi sunması hakkaniyetli bir tutum olamaz. Zira devletin görevi lütuf sunmak değil, halkın en tabii hakkı olanı ona vermektir.
Esas mesele, daha doğrusu sorgulanması gereken çare üretmek durumunda olan devletin ekonomik kaynaklarının neden bu hale getirildiğidir. Sivil toplum kuruluşları, vakıflar böylesine zor zamanlarda yardım kampanyaları yapabilirler, yapmalıdırlar da... Ama devletin işi milletten zekat toplamak değildir. Ayrıca vatandaş vergisini zaten veriyor, bırakın insanlar zekatlarını, hayırlarını, fitrelerini kendi özgür iradeleriyle versinler.