Galiba müzikte biraz eski kafalıyım, bu yüzden de neredeyse her gün döne döne klasikleşmiş caz parçalarını ve efsane rock gruplarının müziklerini dinliyorum. Tabii ki Klasik Batı müziği, Türk musikisi ve artık Sezen Aksu gibi klasikleşmiş sanatçılarımızın eserleri de her zaman baş tacım…
Kısacası, dünyadaki yeni sesleri keşfetmekte biraz geç kaldığımı itiraf etmek durumundayım. Dolayısıyla yeni ama pırıltılı sesleri ya tesadüfen keşfediyorum ya da dostların tavsiyesiyle…
İşte bu seslerden birisi Komor Adaları asıllı sahne adı İmany olan Nadia mladja…
Fransa’da yaşadığı yıllarda on yedi yaşında bir mankenlik ajansıyla sözleşme imzalayarak New York’a gidiyor. Amerika’da yedi sene kaldıktan sonra Tracy Chapman’ın ”Talkin’ Bout a Revolution” şarkısının etkisinde ani bir dönüş yaparak şarkıcı olmaya karar veriyor.
Bir taraftan şan dersleri alırken, aynı zamanda şarkı sözleri yazmaya başlıyor ve Amerika’daki bütün mankenlik kariyerini bırakıp Fransa’ya geri dönüyor. Müzik üzerine çalıştığı sırada tesadüfen Ayo ve Grace’nin prodüktörü Malik Ndiaye’yle tanışıyor ve o gün müzik kariyeri resmen başlamış oluyor.
O bir Tracy Chapman, Nina Simone ve Lauryn Hill hayranı… Prodüktörlerin Rhythm and Blues’a yönlendirme gayretlerine rağmen, Soul, Folk ve Blues’da ısrar etti. 2011 yılında piyasaya çıkan ilk albümü ”The Shape of a Broken Heart”, kısa sürede çok satan albümlere verilen ”Disques d’Or’un (Altın Plak Ödülü) ödülünü kazandı. Ama adını en çok ”You Will Never Know” adlı şarkısıyla duyurdu.
Ardından ‘The Good The Bad & The Crazy’ ve hemen ardından da ‘Don’t Be So Shy’ adlı şarkıları oldukça popüler oldu ve onu bütün dünyada pırıltılı bir noktaya taşıdı.
Kuşkusuz Imany, sadece şarkılarına remix yapılan süper sesli bir kadın olarak algılanmamalı. Çünkü o derin sesi, ruhu, folk ve blues esintili besteleriyle müzikseverlerin kalbine dokundu ve dünya çapında üne kavuştu.
Eğer bu derin sesli kadının müziğini anlatırken, tamamen sevdiği şarkıları 8 çellist ile birlikte yorumladığı ve kelimenin tam anlamıyla muhteşem bir albüm olan “Voodoo Cello”dan söz etmezsek bu şarkı eksik kalır…
“Voodoo Cello”, bize zaman zaman yüreğimize dokunan, zaman zaman da dans ettiren Imany’nin uzun süredir içselleştirdiği klasiklerden ve son dönem sevilen hitlerden oluşuyor. Spontane, doğrudan ve ham, cilalanmadan ama kristal gibi hissettiren özenle hazırlanmış 12 büyüleyici yorum yer alıyor albümde. Jacques Brel’in ölümsüz “If You Go Away”i ile başlayan albüm, Cat Stevens’ın “Wild World”ü ile son buluyor. Elton John, Imagine Dragons, Ed Sheeran, Bonnie Tyler gibi isimlerin ölümsüz şarkılarını Imany’nin içimize işleyen o muhteşem ve derin sesinden dinlemek için hemen şimdi “Voodoo Cello”yu dinlemeye başlayabilirsiniz…
İmany’nin o güzel sesi, keşfetmekte zorlandığımız duyguları bize o kadar güzel duygular yaşatır ki sesinde ne ağdalı bir hüzün ne de ağır bir damar vardır, her şey tam kararında ve dozundadır. Şarkılarında; aşktan kadın hakları mücadelesine, iklim değişikliğinden siyasi mücadelelere kadar birçok konuya değinen İmany, yüreğinin sesini kattığı şarkılarıyla bizi hayatın farklı duraklarına götürür.
Ancak İmany’nin bir şarkısı var ki o benim için hep bir numara… “I’ve Gotta Go”’nun sözleri galiba uçmak için birebir… Bu şarkıyı dinlemeden asla gidemem…
/Hiçbirşey olmuyor başımın içinde
çok öfkeliyim.
yazarın siyahı ve beyazı sayfadır.
Uçmak istiyorum, uçmak
ah çok yükseğe
bu yere asla dönmemem gerek.
Daha iyi bir hayata lâyığım
sen yanımda olmadan.
Ve şimdi gitmem gerek
izin ver de gideyim
sayfaya çevireceğim
şimdi gitmem gerek
gitmem gerek
benim gitmem gerek
ben,ben....
Ve daha sonra şimdi özgürüm , özgür
Aman Tanrı’m
İlk kez sonrayı görüyorum
bakışım üzgün
ama kalbim canlı, canlı, canlı./