Türkiye’nin şu anda yaşadığı hukuksuzluk halini tarif etmek ne yazık ki imkansız bir hal almış bulunuyor. Hukuk güvenliğinin ihlal edildiği ve hiçbir anayasal demokraside izahı bulunmayan o kadar çok hukuksuzluk hali yaşıyoruz ki ülke adına üzülmemek gerçekten mümkün değil.
En son gazeteci Sedef Kabaş’ın Tele-1’de yaptığı bir konuşmada cumhurbaşkanıyla ilgili ‘hakaret’ ifadeleri kullandığı gerekçesiyle beş gün sonra apar topar gece yarısı gözaltına alınıp tutuklanması olayı…
Biliyoruz ki bütün hukuk devletlerinde yasaların ve anayasanın tarif ettiği suçlar ve eylemler bellidir. Ve şunu da biliyoruz ki yasalarda hangi tür sözlerin hakaret olup olmadığının ve de cezasının ne olduğunun tarifi de yapılmıştır. Elbette kimsenin herhangi bir bireye ya da cumhurbaşkanına hakaret etme hakkı yoktur. Eğer bir hakaret söz konusuysa bunun yolu bellidir, avukat başvurusunu yapar ve sonuçta yargı hakaret olup olmadığına karar verir.
Aslında anayasal demokrasilerde eleştirinin sınırı oldukça geniştir. Çünkü demokrasi aynı zamanda bir tahammül rejimidir, eleştirel düşünce geliştikçe demokrasi güçlenir ve zenginleşir. Herhangi bir birey, gazeteci ya da siyasetçi iktidarı eleştirdi diye yönetimler zaafa uğramaz, tam aksine güçlenir. Ama aynı zamanda iktidar erkinin de kendine yönelik haddi aşan sözleri, yazıları eleştirmek, eğer suç teşkil eden bir durum varsa yargısal yollara başvurma hakkı vardır.
Ama bunun yolu ve yöntemi, hiçbir hukuki sürece dikkat etmeden, konuşmalarının ‘hakaret’ içerdiği iddiasıyla bir gazeteciyi gece yarısı gözaltına alıp tutuklamak değildir.
Ancak öyle anlaşılıyor ki başta Adalet Bakanı olmak üzere iktidar temsilcileri henüz hukuki süreç başlamadan gazetecinin suçlu olduğuna karar vermişler bile…
Mesela AK Parti Başkanvekili Numan Kurtulmuş diyor ki: “Bu milli iradeye saygısızlıktır demokrasiyi ayaklar altına almaktır.” Nasıl yani… Terör ve şiddet olmadığı halde hakaret niteliği taşıyan bir ifade milli iradeye nasıl saygısızlık oluyor?
Ancak mesele burada da kalmıyor, Adalet Bakanı Abdülhamit Gül hukukun da önüne geçerek "Çirkin sözleri lanetliyorum. Haset ve nefretten doğan bu hadsiz ve hukuksuz ifadeler, milletin vicdanında ve adalet önünde hak ettiği karşılığı bulacaktır" ifadeleriyle daha yargılama başlamadan davanın sonucunu önceden ilan ediyor gibi… Bu arada Meclis Başkanı Mustafa Şentop da “Bu suçtur” diyor.
Hani kimse hukuka ayar veremezdi, bizim rotamız hukuktu?
Adalet Bakanı Gül bu değerlendirmesini, daha önce yaptığı şu açıklamalarıyla nasıl bağdaştıracak doğrusu çok merak ediyorum: “Bizim rehberimiz hukuktur, bizim rotamız hukuktur, bizim kılavuzumuz hukuktur. Biz yapalım hukuk arkadan gelsin değil hukuk önden yürüsün biz ona göre kendimizi ayarlayalım anlayışıdır hukuk devleti" (5 Aralık/2021)
Acaba Adalet Bakanımız, Sezen Aksu hakkında suç duyurusunda bulunan 15 Temmuz Şehitler ve Gaziler Platformu üyelerinin yaptıkları basın açıklamasındaki “Dillerini keseceğimizi buradan ilan ediyoruz, beyinlerine sıkacağız” ifadeleri hakkında da şöyle okkalı bir açıklama yapmak ister mi? Gerçi 2020 yılında bir televizyon kanalında kendisini gazeteci olarak tanıtan Sevda Noyan adlı bir kadın “Bizim aile 50 kişiyi götürür” şeklinde tehditlerde bulunduğunda da Adalet Bakanı pek ortalarda gözükmemişti. Kim bilir belki de bu sözleri bir tehdit olarak görmemiştir…
Maalesef vahim bir hukuk ihlali tablosuyla karşı karşıyayız. Evet epey bir süredir ‘demokrasi ligi’nden koparak çok farklı bir istikamete doğru ilerliyoruz. Altına imza attığımız, anayasamızda yer verdiğimiz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararlarını uygulamıyoruz, onlara meydan okuyoruz, dahası Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına bile itibar etmiyoruz. Ama bilelim ki Türkiye bunları hak etmiyor ve her geçen gün demokratik dünyadan uzaklaşarak yalnızlaşıyoruz.
Bu konuda değerli hukukçu Prof. Dr. İzzet Özgenç‘in endişeleri hepimiz için bir uyarı niteliği taşıyor. Özgenç’in Kabaş’ın tutuklanmasıyla ilgili değerlendirmesi şöyle: “Herhangi bir kişiye hakaret asla tasvip edilemez. Ancak, salt hakaret suçundan dolayı tutuklama kararı verilmesi de asla kabul edilemez. İstanbul’da sulh ceza hakiminin verdiği malum karar, uluslararası camiada bizi rezil etmekten başka bir sonuç doğurmaz.”