Biliyorum “AK Parti özgürlüklerin üzerindeki baskıyı, yasakları kaldırmak ve liyakati esas almak üzere yola çıkmıştı” demenin artık hiçbir anlamı yok. Zira yeni AK Parti iktidarı, reddettiği ve karşı olduğu ne kadar yasak varsa hepsine toptan sahip çıkıyor ve liyakatsizlikte neredeyse sınır tanımıyor.
Aylardır Boğaziçi Üniversitesi’ne uygulanan eziyeti görünce, eğitim sistemimiz konusunda endişelenmemek mümkün değil. İktidarın hiçbir kural ve gelenek tanımadan atadığı kayyım rektörü protesto için yasal haklarını kullanan öğrenciler önce “terörist” ilan edildi, sonra bir kışla mantığı ile üniversite adeta ablukaya alındı, akademisyenler üniversiteye sokulmadı. Ve ne acıdır ki Türkiye’nin en güzide üniversitelerinden birisi olan Boğaziçi Üniversitesi’ne halen adeta bir terörist kampı muamelesi uygulanıyor.
Bilimin, kültürün, sanatın, teknolojinin yeni merhaleler kaydettiği bir dünyada Türkiye’nin akademik özgürlükleri nasıl kısarız gibi çağdışı bir anlayışla meşgul olması ne büyük bir talihsizlik…
Akademik özgürlüklerin geldiği noktaya bakar mısınız, “Üniversiteler, her çeşit düşüncenin demokratik bir ortamda, hoşgörü içinde öğretilip tartışıldığı, yasakların ve sınırlamaların olmadığı özgür bir foruma dönüştürülecektir” diyerek yola çıkan AK Parti, şimdi bütün üniversiteleri “arka bahçesi” yapmanın derdine düşmüş durumda.
Oysa iktidarların görevi üniversiteleri kışlaya dönüştürmek değil, dünyadaki bilimsel gelişmelerle rekabet edebilecek bilim insanları yetiştirmek için akademik özgürlüklerin önündeki engelleri kaldırmak olmalıdır.
Maalesef akademik anlamdaki görüntümüz hiç iç açıcı değil. Mesela Akademik Özgürlük Endeksi'nin (AFi) raporuna göre, Türkiye, "Akademik özgürlüğün garanti edilmediği" C, D veya E statüsündeki ülkeler arasında yer alıyor.
Ayrıca AFİ'nin Mart 2020 raporunda, Türkiye'de söz konusu gerilemenin özellikle son beş yılda gerçekleştiği aktarılıyor. Türkiye'nin bulunduğu grupta Pakistan, Hindistan, Hong Kong, Libya ve Yemen gibi ülkeler var.
Türkiye hukuk devleti nosyonunu kaybettiği için epey bir süredir hukukta, özgürlüklerde, insan haklarında demokrasi liginde değil, otokrat ülkelerle paralel bir görüntü sergiliyor. Bu yüzden de şu günlerde çete-mafya-yargı-siyaset ekseninde ortaya saçılan kirlilikler artık kimseyi şaşırtmıyor. İktidar ise başını eğmiş, fırtınanın geçip kirliliklerin unutulmasını bekliyor. Şu yaşadıklarımızın binde biri bile normal demokratik ülkelerde yaşansaydı herhalde hiçbir iktidar yerinde kalamaz ve herkes yargı önünde hesap vermek zorunda kalırdı.
Oysa Türkiye’de artık sistem böyle işlemiyor, yolsuzluk yapandan, çete ve mafyadan, kara paracıdan hesap soracak bir devlet fiilen ortada yok. Talihsizlik o ki vicdanları sızlatan, Türkiye’nin dünyada başını eğdiren bu karanlık fotoğraf karşısında iktidarın sanki hiçbir şey olmamış gibi devlet kadrolarını liyakatsizlerle doldurmaya ve üniversiteleri “bizden” olanlara emanet etmeye devam etmesidir.
Unutmayalım ki siyasi yandaşlığın bütün hukuki ve akademik değerlerin üstünde tutulduğu bir ülkenin üniversitelerinde eğitim kalitesi düşer ve bilimsel yarışta dünya ile aranızdaki mesafenin açılması kaçınılmaz hale gelir.
Nitekim “En iyi bilim yapılan üniversite” sıralamasında ilk 500’de biz yokuz, daha doğrusu geri sıralardayız. Türkiye’nin, saygın yabancı bilim dergilerinde en çok yayın yapan üniversitesi Bilkent ve oranı 13.59. Yani Harvard’ın üretiminin 68’de 1’i kadar. Düşündürücü bir fark. Bilkent, 2018’e göre 2019’da bilimsel çıktısını yüzde 68 oranında arttırmış, bu önemli bir artış ama bu rakam bile ilk 500 bilim üniversitesi arasına girmeye yetmiyor.
Türkiye’de ikinci sırada İstanbul Teknik Üniversitesi yer alıyor ve bilimsel çıktı oranı 12.07. Onu Boğaziçi Üniversitesi izliyor, bir bakıma devlet üniversitelerinin yüz akı durumunda ama bilimsel çıktı oranı sadece 5.03 seviyesinde. Dördüncü sırada ise Koç Üniversitesi yer alıyor, onun da oranı 3.44.
Bu göstergeler bile Türkiye üniversitelerini gelişmiş dünya ile rekabette geri sıralardan kurtarmaya yetmediği halde, iktidarın akla ve bilime inat bir anlayışla sırf “bizden” olsun diye üniversiteleri “kayyım düzeni”ne mahkum etmesi gerçekten endişe verici. Ama ne yazık ki yapılacak bir şey yok, zira “Türk tipi” rejimin ruhu bilimi değil, “itaat”i gerektiriyor…