Son yıllarda ne zaman ekonomide kriz çanları çalmaya başlasa, dış politikada strateji fukaralığımız yüzünden savrulmalar yaşasak ya da siyaseten duvara toslasak memleketin “beka” sorunuyla karşı karşıya olduğu söylemleriyle yeri göğü inletiyoruz.
Bu nasıl bir travmadır ki ne zaman problemlerimizi çözmede beceriksizliğimizle yüzleşmek zorunda kalsak, rasyonaliteden değil, komplo teorilerinden medet umar hale geliyoruz. Sadece bugün için değil, neredeyse yüz yıllık bir tarihimize yakından baktığımızda bütün iktidar mücadelelerinde siyasi muarızlar birbirlerini dış güçlerin adamı ya da ‘vatan hainliği’ ile suçladıklarını görürüz.
Mesela 1946-50 yıllarında CHP ile DP arasında büyük kavgaların yaşandığı dönemde, CHP, DP’yi kaos yaratmak, ihtilalle iktidara gelmek istemekle suçlarken, “Eisenhower’in müşavirlerinden birinin Türkiye’yi ziyaret ettiği bir dönemde CHP hükümeti eleştiren bir bildiri yayınlayınca, DP muhalefetin ‘memleketin yüksek menfaatlerini bir ihtiras uğruna ayaklar altına’ aldığından söz eden sert bir cevap vermiş, Menderes de partiyi jurnalcilik, milli menfaatleri kundaklamak, casusluk gibi son derece ağır ifadelerle suçlamıştır.” (Tanel Demirel, Türkiye’nin Uzun On Yılı, s.160)
Talihsizliğe bakın ki 70 yıl sonra geldiğimiz noktada yine benzer manzaraları yaşıyoruz. Türkiye’de son dönemde siyasetin doğal seyri içinde ilerlemediğini, özellikle de “Türk tipi” başkanlık sistemiyle birlikte kökleri Osmanlı’ya kadar uzanan devletin kurumlarının teker teker yok olduğunu bu yüzden de ülkenin her alanda derin savrulmalar yaşadığını artık hepimiz biliyoruz.
Maalesef kimsenin memleketin her gün büyüyen sorunlarıyla ilgili proje üretmek gibi bir derdi olmadığı için, hamaset dili üzerinden siyaset yapmak bir kahramanlık gösterisi haline dönüşmüş bulunmaktadır.
Toplum, özellikle iktidar bloğunda yer alan siyasetçilerin ve iktidar yandaşı kalemlerin, muhalif duruşlara karşı her gün tekrarladıkları ezberlerini dinlemekten yorgun düşmüş durumda. Ama ne yazık ki onların ülkenin geleceği ile ilgili bir dertleri yok. ABD’ciler, İngilizciler, Almancılar, Sorosçu’lar, bölücü merakı içinde olanlar, hainler benzeri hayali düşmanlar yaratarak vatanseverlik yaptıklarını sanıyorlar.
Bugün geldiğimiz noktada siyaseti dar bir alana hapseden hamaset temeline dayalı tartışmaların içinden “Amerikancı, İngilizci, Sorosçu, hain” gibi hayal mahsulü kelimeleri çıkardığımızda geriye hiçbir şey kalmayacaktır. Çünkü bu tür tartışmaları yapanların gerçeklik duygusuyla bir bağları kalmadığı gibi, en azından yakın tarihe bakmak gibi ahlaki bir tutarlılıkları da bulunmamaktadır.
Mesela son günlerde 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün KARAR’a verdi röportaj üzerinden başlatılan itibarsızlaştırma kampanyası bu konuda ibret verici bir örnektir.
Kim bu Abdullah Gül?
Türkiye’de başbakanlık, dışişleri bakanlığı, cumhurbaşkanlığı yapmış ve aynı zamanda AK Parti’nin kuruluşundan itibaren temel taşlarından birisi olmuştur. En önemli vasfı da, hiçbir zaman gizli gündemi olmamış bir devlet adamı olmasıdır.
İşte tam bu noktada, Abdullah Gül’ün nasıl İngilizci, Amerikancı olduğuna yakından bakmakta yarar var.
Hafızalarımızı tazeleyelim ve meşhur 1 Mart tezkeresini hatırlayalım. Dönemin başbakanı Abdullah Gül... 25 Şubat 2003’te Irak krizi konusunda hükümet tarafından Meclis’e sunulan “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunması için Hükümet’e yetki verilmesine ilişkin başbakanlık tezkeresi” reddediliyor. Unutmayalım, 1 Mart tezkeresi bugün Amerikancı, İngilizci yaftalarıyla itibarsızlaştırılmaya çalışılan Abdullah Gül’ün gayretleriyle reddedilmişti. Galiba bu konularda birazcık olsun tarih bilmek gerekiyor...
Nitekim Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan daha sonra yaptığı açıklamalarda “Ben 1 Mart tezkeresinin yanındaydım, karşı olanlar bunu açıkça söylemediler. Birileri de gizli kulisler attılar. O insanların kimler olduğunu araştırır bulursunuz” ifadelerini kullanmıştı.
Aslında meselenin özeti şu; Amerika ve Avrupa ile ilişkilerin geliştirilmesini, hatta derinleştirilmesini isteyebilirsiniz. Esas önemli olan, ülkenin çıkarları söz konusu olduğunda, nasıl ve nerede durduğunuz.