Her zaman şiirle müzik arasındaki bağların güçlü olduğuna, hatta derin bir kardeşliğin bulunduğuna inanırım. Muhtemelen bu yüzden de ne zaman şairler ve şiirler arasında bir gezintiye çıksam, bazen hafiften bir klasik müzik, bazen rock, bazen de uzun uzun caz parçaları dinliyorum.
Bu haftaki yolculuğuma Halil Cibran'ın "Bir Gözyaşı ve Bir Tebessüm" kitabındaki şiirlerle başladı. Herhangi bir planlama yapmadan çok doğal olarak Cibran’ın şu dizelerini okurken, bir taraftan da Pink Floyd dinlemeye başladım. Halil Cibran'la Pink Floyd arasında nasıl bir yakınlık kurduğumu sorgulayabilirsiniz elbette. Hemen belirteyim hiçbir bağlantı ya da yakınlık aramadım, sadece içimden öyle geldi o kadar…
/Beni bu beyaz kefenin içinden çıkarın ve bana, Yasemin ve leylak yaprakları giydirin; Bedenimi fildişi sandukadan çıkarın ve bırakın, Portakal çiçeklerinden yastıklar üzerinde dinlensin.
Arkamdan yas tutmayın benim, Ama gençlik ve sevinç türküleri söyleyin; Bana gözyaşı dökmeyin, Ama hasat ve üzüm sıkımı zamanı türküleri söyleyin; Hüzünle hıçkırmayın arkamdan, ama parmağınızla, Yüzüme aşk ve sevinç sembolleri çizin.
Havanın sükûnetini ilahiler ve dualarla bozmayın,
Ama bırakın yüreğiniz benimle beraber, Ebedi Yaşam türküleri söylesin; Kara giysiler içinde yasımı tutmayın, Ama rengârenk giyinip benimle eğlenin; Yüreklerinizde hıçkırıklarla ayrılığımdan söz etmeyin; Kapatın gözlerinizi, görün bakın ben hep yanı başınızda olacağım./
Halil Cibran’ın dizeleri bittiğinde bile "kapatın gözlerinizi" ve en sevdiğiniz şarkıları dinlemeye devam edin. Ben yaşamakta olduğumuz acıları, zalimlikleri hiç unutmadan gençliğimin en güzel yıllarına dönüp Pink Floyd dinliyorum. Çünkü kendimi en çok şiirlerde ve şarkılarda özgür hissediyorum.
Dünyanın en fazla dinlenen ve dinleyicisiyle nesiller boyu güçlü bir bağ kuran müzik topluluğu Pink Floyd’la üniversite yıllarımda tanışmıştım. 1979 yılında topluluğun albümü yeni çıktığında şarkılarını kasetlere kaydettirmiş ve her gece bu şarkılarla kendimi adeta başka bir aleme göndermiştim. Sonra 1985 yılında İMGE yayınları Orhan Kahyaoğlu ve Sinan Güler’in kaleme aldığı "Pink Floyd" kitabıyla, müzikte biraz da olsa daha teorik bir aşamaya geçtiğimi hissetmeye başlamıştım.
Pink Floyd, basçı Roger Waters, klavyeci Richard "Rick" Wright ve davulcu Nick Mason'a, Pink Floyd'un Pink Floyd olmasını sağlayan isim olan Syd Barrett’in Waters aracılığıyla katılmasıyla 1964-1966 yılları arasında kuruldu ve kısa sürede, yerleşik müzik tarzlarına ve müzik sanayisinin işleyişine karşı bir tepki olarak ortaya çıkmış underground türü müzik yapan toplulukların önde gelenlerinden biri oldu
Grup, ses efektlerini, caz ve gitar sololarını baz alarak, dünya ve insan sorunları etrafında yoğunlaşan bir müzik yapmaya başladılar. Psychedelic Rock ve Caz müziğin altyapısını değerlendiren Pink Floyd, belli bir süre sonra kendi tarzını oluşturmaya başlamış ve bu kendi tarzıyla efsaneleşmiştir. Yıllar geçmesine rağmen efsaneler, hala hayatımızın en güzel efsaneleri…
Pandemi günlerinde salonlarda ve açık havada müzik dinleme imkanından mahrum durumdayız. Ama müziğin hiç bitmeyen ırmakları yanıbaşımızda akmaya devam ediyor…