Sonbaharın son hüzün gecelerinde, balkonda ayaklarınızı uzatıp son yapraklar düşerken Leonard Cohen’in “Dance me to the end of love” şarkısını dinlemenin sanatsal hazzını tarif etmeye herhalde kelimeler yeterli olmayacaktır.
Hele de hayatınızın belli bir anında Cohen’i Açıkhava’da canlı dinleme şansını yakalamışsanız, bu muhteşem ötesi bir şeydir… Yıllar önce 2009 yılında Harbiye Açıkhava sahnesinde Lonard Cohen,
/Dans et benimle aşkın sonuna dek
yanan bir keman eşliğinde,
güzelliğinin şerefine
dans et benimle
Telaş içinde danset benimle güvenlice buluşana dek
Kaldır beni bir zeytin dalı gibi ve eve doğru giden güvercinim ol
Danset benimle aşkın sonuna dek
Danset benimle aşkın sonuna dek/ diye giriş yaptığında hüzün ve mutluluğun birlikte raksettiği harikulade bir geceyi yaşamıştım.
Bugünlerde “Dance me to the end of love” şarkısını yeniden dinliyorum ve dansın ötesinde çok farklı duygular yaşıyorum. Sanki bir özgürlük şarkısı dinliyormuş gibi bir hisse kapılırsam eminim beni yanlış anlamazsınız…
Belki bazıları haklı olarak ‘ne alaka’ diye itiraz edebilir. Ama elimden bir şey gelmez, çünkü duygularıma sınır çizemem… Unutmayalım ki dinlediğimiz her şarkıyla biraz hisler, anılar, hatta öfkeler biriktiririz. Öyle anlar olur ki bazen sevdiklerimizin ardından buruk veda şiirleri okuruz, bazen ağıtlar yakar, bazen de dua ederiz. İşte bu duygu yüzündendir ki bitmesini hiç istemediğimiz konserlerde yerimizden kalkmayı asla kabullenemeyiz. Tıpkı 2009 Ağustos’undaki Cohen konserinde olduğu gibi…
Kuşkusuz Cohen sahnede sadece etkileyici müziği ve o davudi sesiyle değil, mikrofonu tutuşu, fötr şapkası, siyah çizgili takım elbisesi ve aynı zamanda şarkılar arasındaki şiirsel konuşmalarıyla da tevazu ve yeteneğin iç içe geçtiği bir zarafet fotoğrafı sunar izleyicilerine.
Bu efsane şarkıda Cohen, Yahudi tarihinin epik dilini kullanırken köklerinden gelen tinsel değerlerin yaşam algısını bir bakıma sürreel ögelerle birleştirir. “Dans Me to the End of Love” şarkısının bir başka özelliği ise, Cohen’in Nazi ölüm kamplarından esinlenerek bu eseri yazmış olmasıdır. Sanatçı yaylı çalgılar dörtlüsüyle “Aşkın sonuna dek dans et benimle” ve “Bu yanan kemanın güzelliği ile sürsün” diye seslenir.
Cohen ayrıca, içinde yaşadığı 20. Yüzyılın sorunlarına, savaşların yarattığı travmalara ve vahşetlere duyarsız kalmamış, bir çok bestesinde insanlığın hafızasında hala yaşamaya devam eden trajedilere etkili sözlerle yer vermiştir. ‘Almost Like The Blues’, ‘Waiting For The Miracle’, Everybody Knows, The Future, ‘Closing Time’ gibi besteleri, arkasında pek çok acı ve travmalar bırakan bir çağın kayıp değerlerini ve varlığımızla yapmamız gerekenleri anlatır.
Dünyadaki en iyi şarkı yazarlarından biri olarak değerlendirilen Leonard Cohen, müzisyenliği kadar şair kimliğiyle de önemlidir. Her şarkısı bir şiir, her şiiri de bir şarkı gibidir onun. Müzikten önce ilk göz ağrısı şiirdir. Ve ilk şiir kitabı Let Us Compare Mythologies’dır. 1967’de ise ilk albümü Songs of Leonard Cohen’i çıkarır. Fazlasıyla karamsar bir albüm olmasına rağmen oldukça ilgi çeker ve devamı da gelir. Cohen’in sesi farklıdır. Müziğindeki lezzet ve sesinin bıraktığı his hem cazip hem de zehirlidir, yani melankoliktir. Onu dinlerken hem dinginliği, hem de yüreğinizdeki huzursuz kıpırtıyı birlikte yaşarsınız.
Leonard Cohen’in en kült şarkılarından birisi de Halleluah’tır. Hayatının belli dönemlerinde farklı tinsel yolculuklara çıkmaktan da çekinmemiştir. Mesela 1970’lerden itibaren Zen Budizmin önemli bir takipçisi olmuş ama kendi köklerine de hep bağlı kalmıştır.
Cohen şiirlerden ve şarkılardan oluşan ‘Sevda Kitabı’nı, hayatının 12 yılını bir budist rahip olarak geçirdiği California’nın Baldy Dağı’nda yazmıştır. Budizm felsefesinin etkisi bu şiirlerde belirgindir. “Zen’in Çöküşü” adlı şiirinde /Neden ürpereyim ki /aydınlanmanın sunağında?/ Neden gülümsemek isteyim ki sonsuza kadar?/ dizeleri, içinde bulunduğu anın şiirsel bir tanığı gibidir adeta…