Dün Paris’i, Ankara’yı, İstanbul’u vuran terör bir kez daha kanlı yüzünü gösterdi ve bu kez Belçika’yı kalbinden vurdu. Artık herkesin bildiği bir gerçeğin altını kalın çizgilerle çizmekte yarar var; terör bütün insanlığa karşı yönelmiş bir tehdittir. Adı ister IŞİD, ister PKK, isterse başka bir terör örgütü olsun hepimizi tek tek vurabilir, hayatımızı cehenneme çevirebilir.
Türkiye 35 yıldır PKK terörü ile mücadele ediyor, büyük acılar yaşadı, hala da yaşamaya devam ediyor. Üstelik şimdi PKK ile birlikte bir de dünyanın en büyük terör örgütlerinden biri olan IŞİD belasıyla uğraşıyor. Doğal olarak böyle bir ortamda masum insanların hayatı söz konusu olduğunda devlet otoritesi haklı olarak olağanüstü tedbirler uygulamak zorunda kalmaktadır.
Eğer terör hiç fark gözetmeden bütün başkentleri vurmaya başlamışsa, masum insanların hayatlarını korumakla yükümlü devlet otoritesi maalesef bazı can sıkıcı tedbirleri de almak zorundadır.
Biliyoruz ki Fransa Paris saldırısının ardından sıkıyönetim ilan etmiş, sınırlarını kapatmış ve güvenlikçi politikaları ‘özgürlük’ kavramının bir adım önüne koymuştu. Eminim ki şimdi Belçika saldırısının ardından bütün Avrupa’da haklı olarak güvenlikçi politikalar daha da ön plana çıkacak ve özgürlüklerle ilgili tartışmalar farklı bir konseptte değerlendirilecek.
İşte bu bağlamda Türkiye özellikle ‘özgürlük-güvenlik’ dengesi üzerinden hem içeriden, hem de demokratik dünyadan hiç de hak etmediği ağır eleştirilere maruz kaldı ve de demokratik görünürlüğü sorgulanır hale geldi.
En dramatik olanı da içeride demokratik değerleri önemsiyormuş gibi görünen çevrelerin, terörün Türkiye’ye verdiği zarardan adeta gizli bir haz alarak bunu bir iktidar mücadelesinin enstrümanı olarak kullanmalarıdır.
Farzedelim ki AK Parti iktidarından hiç hazzetmiyoruz, bu yüzden de terörün Türkiye’ye daha fazla zayiat vermesi işimize geliyor. Böyle bir düşünceyi telaffuz etmenin bile ne kadar ahlaksızca olduğunun farkındayım, ama ne yapalım ki biz bu ülkede çok sayıda böylesi utanç verici görüntülere tanıklık ettik.
Burada altını özellikle çizmekte yarar var; maalesef kimi Batılı dostlarımız Türkiye’nin yaşadığı terör konusunda hiç de iyi bir sınav vermediler. Mesela 35 yıldır Türkiye’nin canını yakan PKK’ya neredeyse bir özgürlük savaşçısı muamelesi uyguladılar.
Hiç uzağa gitmeye gerek yok, bugün terörün vurduğu Belçika daha birkaç gün önce PKK’nın Brüksel’de çadır kurarak Türkiye’ye meydan okumasını hoşgörü ile karşılamıştır, dahası koruyup kollamıştır.
Eğer bugün hepimizi hedefe oturtan terörden kurtulmak gibi bir derdimiz varsa, PKK’ya ‘iyi huylu terörist’ muamelesi yapan yaklaşımların terörle mücadeleye asla bir faydasının olmayacağını bilmeliyiz.
Unutmayalım ki terör kimseyi haklı çıkarmaz. Bu yüzden de şöyle utanç verici bir yaklaşım içinde olamayız; “PKK ve IŞİD bizi vururken Belçika PKK’ya iyi çocuklar muamelesi yapıyordu, bak şimdi aynı bela onu da vurdu...”
Tam da şimdi kalbimizi Brüksel’de terörün hedefi haline gelen insanların kalbinin yanına koyma zamanıdır. Çünkü terörün yaşattığı acıları en iyi biz anlarız.
Artık teröre karşı hepimiz Brükselli, Ankaralı, İstanbullu, Londralı, Parisli, Berlinli, New Yorklu, Amsterdamlı, Madritli, Romalı olmak zorundayız. Yoksa terör hiç ayrım yapmıyor...