Epey bir süredir Amerika ve Avrupa ile ilişkilerdeki tatsız süreç, Türkiye’nin dış politikadaki hareket kabiliyetini zayıflatmış durumda. Oysa hem Suriye’de teröre karşı başlattığımız harekatlarda hem de FETÖ’ye karşı verilen mücadelede elimizin güçlü olabilmesi için müttefiklerimizle olan ilişkilerimizin vitamin değerinin yüksek olması gerekiyor.
Bu yüzden ABD Dışişleri Bakanı Tillerson’ın Ankara’daki görüşmeleri de, Başbakan Binali Yıldırım’ın Merkel’le Almanya’da yaptığı görüşmeler de diplomatik anlamda ‘normalleşme’ adımı olarak değerlendirilmelidir.
***
Bir bakıma normalleşme provası olarak değerlendirilmesi gereken bu görüşmelerin, uzun vadade pozitif sonuçlar üreteceğini de akılda tutmak gerekiyor. Ayrıca unutmayalım ki, çok yönlü olarak sürdürdüğümüz mücadelelerde sahada olduğu kadar, masada da daha fazla dosta ve müttefike ihtiyacımız var.
Mesela FETÖ ile mücadelede içeride sağlanan başarının, özellikle Amerika ve Avrupa’da aynı şekilde sağlanabildiğini söylemek ne yazık ki mümkün değildir. Çünkü demokratik dünya ile bir dargın, bir barışık durumdayız. Bu yüzden de içeride zayıflayan FETÖ yapılanmaları, dış dünyada giderek daha da güçlenmekte ve Türkiye’ye zarar vermektedir.
Batı ittifakı ile ilişkilerin yansıdığı en önemli alanlardan birisi ise Afrin’de teröre karşı başlattığımız harekat... Evet TSK terör örgütlerine sahada en öldürücü darbeyi vurma gücüne ve kabiliyetine sahip. Ancak sahadaki başarının, kesinlikle diplomatik gerçeklikle perçinlenmesi gerekiyor.
İşte Ankara’da Tillerson’la yapılan görüşmelerde ‘çalışma grupları’ oluşturma kararı, hem Türkiye-Amerika ilişkilerinin koordinesi hem de ‘Zeytin Dalı’ harekatının hedefleri açısından büyük önem taşıyor. Zira Türkiye için sadece Afrin’in değil, askeri rasyonalite açısından Menbiç’in de PYD-YPG güçlerinden temizlenmesi gerekiyor.
Ancak bir gerçek var ki Menbiç, hem bölgesel hem de uluslararası güçlerin nüfuz alanlarını derinleştirme ve genişletmeleri açısından farklı bir anlam taşıyor.
Açıkçası tablo şu; bir tarafta Rusya ve İran’ın bizzat sahaya inerek oluşturduğu güç dengesi, bir tarafta Türkiye’nin sınırındaki ‘terör hattı’ndan kurtulma hedefi, diğer tarafta ise ABD’nin IŞİD’den temizlenen bölgelere Rusya, İran ve Esad rejiminin yerleşmesini engelleme yönündeki tavrı. Kuşkusuz aktörler arasındaki bu etkileşim ve mücadeleler Suriye’deki savaşın seyrini uzun vadede değiştirebilme özelliği taşıyor.
***
ABD Dışişleri Bakanı’nın Çavuşoğlu ile yaptığı basın toplantısında “ABD, Menbiç’in bizim müttefik kuvvetlerimizin kontrolü altında olduğundan emin olmak istiyor. Başka herhangi bir gücün buraya tekrar girmesini en azından istemiyoruz” şeklindeki sözleri bu konuda önemli ipuçları içeriyor.
Dolayısıyla, Rusya ve İran’ın oluşturduğu güç dengesine bakarak, Esad rejiminin ülkenin tamamına hakim olacağı yönünde oluşan algı, çok erken bir kanaat olabilir. Nitekim ABD geçtiğimiz günlerde Doğu’da rejim ve İran güçlerini bombalayarak, Suriye’deki güç dengesinde önemli bir aktör olduğunu açıkça göstermiş oldu.
Galiba Amerika ile Türkiye ilişkilerindeki en temel sorun, tarafların birbirinin stratejisini anlamadaki sıkıntıları... Mesela ABD’nin, Türkiye’nin sınırında oluşabilecek ‘terör hattı’ endişesini ve Kürt devleti olasılığını ne kadar ciddiye alıp almadığından emin değiliz. İki ülkenin de karşılıklı hassasiyetlerini yeterince anlamadan, pozisyonlarını rasyonel bir dille ortaya koymadan kalıcı bir uyum ve ilerleme sağlamaları mümkün gözükmüyor. Bu açıdan ortak ‘çalışma grupları’ oluşturulması isabetli olmuştur. Ancak bu çalışmalardan pozitif sonuç üretilebilmesi için, tarafların güçlü bir siyasi irade ortaya koymaları şart. Mesela ABD’nin öncelikle PYD ile PKK arasındaki organik bağı görmezlikten gelmeyi bırakması gerekiyor. Türkiye’nin de, ABD’nin Rusya ve İran hassasiyetini anlaması...
Hasılı henüz yolun başındayız, bu yüzden Türkiye’nin hem bölgesel hem de uluslararası anlamda derinlikli diplomasiye ihtiyacı var.