Belki yanılıyorumdur ama ne zaman Türkiye’de birilerinin “Batı’da ahlaki kirlilik kol geziyor” benzeri şeytan taşlama niteliği taşıyan cümlelerini duysam, bir Müslüman olarak inciniyorum.
Çünkü Türkiye dahil hemen bütün Müslüman toplumlar, yaşadıkları travmaların da etkisiyle genellikle kendi kabahatlerini örtmek için, bütün olumsuzlukları Batı üzerinden okumayı tercih ediyorlar.
Elbette Batı’nın geçmişi temiz sayılmaz, ayrıca bugünü de hiç temiz değil. 21. Yüzyılın Hitler’i Netenyahu’nun Gazze’de gerçekleştirdiği soykırımın ortakları arasında Amerika, İngiltere, Fransa ve Almanya var. Dolayısıyla Batı’nın bir ahlak abidesi olduğunu kimse söyleyemez.
Ama bu Müslüman dünyanın kendi günahlarını yok sayarak, Batı’yı tümden şeytanlaştırması için bir gerekçe de olamaz. Kaldı ki Gazze’de yaşanan insanlık dramı karşısında birkaç ülke hariç Müslüman ülkelerin sergilediği tavır, kelimenin tam anlamıyla bir utanç görüntüsüdür. Kuşkusuz Türkiye en üst düzeyde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından katliam lanetlenmiştir ama bir taraftan da gemiler İsrail’e uzun süre ticari mal taşımaya devam etmiştir.
Oysa Amerika dahil bütün Batı başkentlerinde yüzbinlerce sivil, iktidarlarının yasaklarına rağmen, Gazze için seslerini yükseltmeye devam etmişlerdir. Müslüman toplumlar olarak böylesi bir sivil tavır bile geliştirememiş olmamız, hepimizin siciline kara bir leke olarak yazılmış bulunuyor.
Hal böyleyken Müslümanlar olarak “Batı’da zulüm ve ahlaksızlık diz boyu…” benzeri cümlelerle kendimizi temize çıkarabilir miyiz?
Geçtiğimiz Pazar günü Yeni Şafak’ta Hayrettin Karaman Hoca’nın ahlakla ilgili yazısında anlattığı bir olay dikkatimi çekti. Hoca’nın uzun yıllar ABD’de yaşayan bir arkadaşının Batı’daki ahlaki çöküş için örnek verdiği olay şöyle: “Bilmem hangi şehirde, bir iki siyah derili tenhada bir adamı duvara yaslar ve ceplerini ararlarmış. Elli dolardan aşağı para çıkarsa emeklerine (!) değmediği için adamı döverlermiş, fazla çıkarsa parasını alıp salarlarmış, bu esnada oradan tek bir polis geçse başını öbür yana çevirip sıvışırmış.”
Kuşkusuz benzer örneklere farklı Avrupa ülkelerinde rastlanabilir. Benim bu konuda esas anlamakta zorluk çektiğim mesele şu; Batı’da bu tür ahlaki çöküş örneklerini her zaman coşkuyla anlatan hocalarımız, yazarlarımız, hatta siyasetçilerimiz ne hikmetse Türkiye ve diğer Müslüman ülkelerle ilgili ahlaki çöküşün kenarından bile geçmeyi hiç sevmiyorlar…
Mesela geçtiğimiz ay Kayseri’de Suriyeli göçmenlere karşı vicdanları yaralayan saldırıları, hangi ahlakla izah edeceğiz? Düşünün Suriyeli ailelerin evleri taşlanıyor, işyerleri, arabaları yakılıyor. Anadolu irfanının güzide(!) insanlarının saldırılarıyla yaralanan Suriyeli aileler emniyete şikayete gidiyorlar ve tıpkı Amerika’da dövülen siyahi Amerikalılara karşı polisin görmezden gelmesine benzer bir muameleye maruz kalıyorlar. Dertlerini anlatamadıkları gibi sınır dışı ediliyorlar…
“Halen Batı’da İslamofobi, ayrımcılık, faşizm dalga dalga büyüyor” diye ahlak ve fazilet nutukları atmak kolay. Eğer iktidara sormadan yüreğiniz yetiyorsa, Suriyeli ailelere yapılan ayrımcılığa da bir iki laf edin…
Evet her zaman olduğu gibi, Müslüman dünya olarak Batı’ya karşı ahlak ve fazilet nutukları atabiliriz. Ama bilelim ki Müslüman ülkelerin yönetimlerinde ve toplumlarımızda yaşanan ahlaki çürüme gerçeğini asla değiştiremeyiz.
Çünkü biliyoruz ki Türkiye ve diğer Müslüman ülkelerde yaşanan yolsuzluk, hukuksuzluk ve liyakat yoksunluğu hiçbir demokratik ülkede yaşanmıyor.
Şimdi sadede gelelim… Batı’daki ahlaki çöküşü anlatmakta çok maharetli olan hocalarımızın, yazarlarımızın ve de siyasetçilerimizin, Müslüman ülkelerdeki çürümeyi de anlatmalarını bekliyoruz.
Biliyorum ki böyle bir davranışı asla gösteremeyecekler. Hiç umudum yok ama belki biraz olsun ibret alırlar diye, bilge insan ve devlet adamı Aliya İzzetbegoviç’in 1997’de Tahran’da yapılan İslam İşbirliği Teşkilatı’nda yaptığı konuşmadaki şu sözlerini bir kez daha hatırlatmak istiyorum: “Çok açık konuştuğum için beni bağışlayın. Güzel yalanların yardımı olmaz, ama acı gerçekler bir ilaç olabilir. Batı çöküntü içinde ya da dejenere olmuş değil. Kendi kendini kandıran komünizmin “çürümüş Batı” propagandası, bunu acı bir şekilde ödedi. Batı, çürümüş değil; güçlü, örgütlü ve eğitimli. Okulları bizimkilerden iyi, kentleri bizimkilerden temiz. Batı’da insan haklarının düzeyi yüksek ve fakirler ile sakatlara toplumsal yardım iyi örgütlenmiş durumda. Batılılar çoğunlukla sorumlu ve dakik kişiler. Onların ilerlemelerinin karanlık yönünü de biliyorum ve bunun gözümden kaçmasına izin vermiyorum. İslam en iyisi, ama biz en iyisi değiliz. Bunlar iki farklı şey ve biz her zaman onları karıştırıyoruz. Batı’dan nefret etmek yerine onunla rekabet etmeliyiz. Kur’an bize bunu, yani ‘hayırlı işlerde yarışmayı’ emretmiyor mu?”