1 Kasım seçimleriyle oluşan bu parlamentonun Türkiye'yi darbe anayasası ayıbından kurtarmak gibi çok önemli bir sorumluluğu var. Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun uzlaşma kültürü ve geleneğinin yerleşmesi açısından CHP ve MHP liderleriyle yaptığı görüşmeler her şeye rağmen çok kıymetli bir başlangıç.
Ancak bu yeni sürecin sivil bir anayasa üretimiyle sonuçlanacağından endişeliyim. Evet liderler, uzlaşma komisyonunun kurulmasında anlaştılar. Unutmayalım ki geçmiş dönemde de anlaşmışlardı ama bu uzlaşma yeni bir anayasa için yeterli olmamıştı.
Geçen dönemdeki tecrübe aslında hepimize bir gerçeği gösterdi ki, eğer daha işin başında darbe anayasasının ruhunun değiştirilmesi konusunda partiler arasında bir mutabakat sağlanamazsa o komisyondan sivil bir anayasa üretilemiyor.
Bugün itibariyle de böyle bir mutabakat olmadığına göre, umutlu olmamızı gerektirecek bir durum yok demektir. Üstelik şimdi darbe anayasasından kurtulmasın ötesinde bir de 'sistem' tartışması yapmak durumundayız.
Ama öyle anlaşılıyor ki böyle bir tartışma yapamayacağız, zira CHP ve MHP liderleri kesinlikle başkanlık sistemine karşı olduklarını çok açık bir şekilde deklare ettiler. Yani şu an itibariyle bu parlamentodan başkanlık sistemine teknik olarak bir onay çıkması mümkün gözükmüyor.
Başbakan Davutoğlu'nun liderlerle görüşme takvimi açıklandığında, Kılıçdaroğlu'nun "Nasıl bir başkanlık önerdiklerini görelim" mealindeki açıklamasının sistem tartışması açısından neye tekabül ettiğini bilmiyoruz. Bu açıklama "Eğer evrensel normlarda bir başkanlık sistemi önerisiyle gelirseniz bunu tartışabiliriz" şeklinde okunabileceği gibi, günü kurtaran politik bir söylem olarak değerlendirmek de mümkün.
Bu arada AK Parti'nin de nasıl bir başkanlık sistemi istediği konusunda henüz çerçevesi çizilmiş somut bir önerisinin olmadığının da altını çizmek gerekiyor. Muhtemelen AK Parti önümüzdeki günlerde demokratik meşruiyet zemini olan, evrensel normlarda, ete kemiğe bürünmüş bir başkanlık sistemi önerisini ortaya koyacaktır. Nitekim Başbakan Davutoğlu, yaptığı hemen bütün değerlendirmelerde kuvvetler ayrılığı prensibine dayalı, denge-fren sistemini içeren bir başkanlık modelinin altını çizerek AK Parti'nin bu konudaki temel yaklaşımını ortaya koymuştu.
Ancak hemen belirtmek gerekiyor ki başkanlık tartışmalarını esas itibariyle başlatan ve ısrarlı bir şekilde takipçisi olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'dır. Dolayısıyla yeni süreçte onun yaklaşımları da önemli olacaktır. Erdoğan'ın son muhtarlar toplantısında yaptığı konuşmadaki, "Bu sistemde (başkanlık sistemi) yasama, yürütme ve yargı arasındaki sınırların doğru şekilde çizilmesi, parlamenter rejimdeki pek çok sorunu ortadan kaldıracaktır" şeklindeki sözleri modelin özünü tarif etmek açısından önemlidir. Bu arada Erdoğan'ın kuvvetler ayrılığı prensibine nasıl baktığı konusunda tam bir netlik yok.
Yeni ve sivil bir anayasa için yola çıkarken evet bir sistem tartışması zarureti doğmuştur ama tarifleri doğru yapmak şartıyla...
Mesela yasama, yürütme ve yargının sınırları nasıl çizilecek?
Mesela yürütmenin kullandığı iradenin sonradan bir şekilde denetlenmesi nasıl sağlanacak, daha da önemlisi yargısal denetimin yeni bir jürostokrasiye yol açması önlenebilecek mi?
Mesela seçim sisteminde yapılacak değişiklikle temsilde adalet sağlanabilecek mi?
Ayrıca unutmayalım ki bu modelin nihai sonuca ulaşabilmesi için işin esas sahibi olan toplumun ikna edilmesi gerekiyor. Şu anda başkanlık sistemi konusunda toplumdaki en iyimser destek yüzde 35'ler civarındadır.
Hasılı başkanlık tartışmalarında henüz yolun başındayız ve önümüzde zor bir süreç var.