Terörün acımasızca vurduğu zor günlerden geçiyoruz. Bu yüzden de gerçekten sabrımızın sınırlarını zorlayan acılı günler yaşıyoruz. Tahammülü zor bir sınav bu, acılarımızın biri bitmeden bir başkası başlıyor.
Bu süreçte en büyük teselli kaynağımız hayatlarını bu ülke için feda etmeye hazır kahramanlarımızın olması... İzmir’deki hain saldırıda polis memuru Fethi Sekin tam bir görev ahlakıyla teröristlerle kurşunu bitene kadar çarpıştı ve şehit düştü. Şu bir gerçek ki bu kahraman polisimiz büyük bir katliamı önlemiş ve gerçek vatanseverliğin en güzel örneğini vermiştir.
Aslında bu ülke için gözlerini kırpmadan seve seve hayatlarını feda eden kahramanlarımızdan, şehitlerimizden almamız gereken çok önemli dersler var. Çünkü onlar güvenliklerini korumakla yükümlü oldukları bu ülke insanlarının hiçbirinin hangi fikre, hangi etnik kimliğe, hangi inanca mensup olduğunu sormadan, sorgulamadan teröre karşı canlarını ortaya koyuyorlar.
İşte Türkiye toplumunun özünde var olan bu sağlam duygudur ki, terör bunca acımasızlığına rağmen toplumda derin çatışma ortamları oluşturmaya muvaffak olamamıştır. Zira uzun yıllar yaşadığımız acı tecrübeler toplumda güçlü bir ‘terör hafızası’ oluşturdu. Artık neredeyse rutin hale gelen terör saldırılarının ne anlama geldiğini, ne tür bir amacı olduğunu ve nereye kadar gidebileceğini çok iyi biliyoruz.
Teröre karşı toplumda güçlü bir zemine oturan bu dayanışma duygusu, aynı zamanda farklı fikirlere, farklı hayat tarzlarına ve farklı dini yapılara mensup kesimlerin birlikte yaşama azmini de güçlendirmektedir.
Genel anlamda topluma baktığımızda bu böyledir ve bir hakikattir, ancak bizim geçmişten gelen ve zaman zaman depreşen karanlık bir mirasımız var. Malum geçmişte devlet eliyle insanları tek tipleştirmeye zorlayan ve büyük bir çatışma potansiyeli oluşturan vesayet dönemi yaşadık. Şükür ki bu karanlık dönem AK Parti iktidarıyla birlikte tarihin çöplüğüne gönderildi ve aynı zamanda bütün bu zorbalıkların ancak demokratik yollarla çözülebileceği demokrasi tarihimize kaydedildi.
Talihsizliğe bakın ki 2017 Türkiye’sinde biz yeniden hayat tarzına müdahale meselesini tartışıyoruz. Elbette şu anda böyle bir devlet politikası yok, hatta bir siyasi söylem de yok.
Ancak sosyal medyada ve zaman zaman da yazılı medyadaki akılalmaz yorumlar gerçekten yürek burkucudur. Bu seviyesiz ve nefret içeren mesajları, yorumları hiçbir inançla ve insani anlayışla izah etmek mümkün değildir.
Geçmişte insanları hayat tarzlarına göre kategorize eden ilkel anlayışlar yüzünden öylesine derin acılar yaşadık ki, doğrusu bugün döne döne aynı noktaya gelmiş olmak insana acı veriyor.
Oysa Müslüman olarak biliyoruz ki herkes inançlarıyla, farklı kimlikleriyle ve farklı düşünce mensubiyetleriyle makbuldür. Kimse başkasının dayattığı kimliği, inancı ya da düşünceyi yaşamak zorunda değildir.
Eğer bunca yaşadığımız tecrübeye rağmen, hala bu ülkede birileri hayat tarzlarına müdahale olduğu gibi bir hissiyata sahipse, bu endişeyi bertaraf etmek tek tek hepimiz için bir sorumluluktur.
Çünkü başka bir Türkiye yok, hepimiz bu ülkenin sahibiyiz ve birlikte yaşamak zorundayız. Ve de doğuştan getirdiğimiz kimliklerimizi, sonradan edindiğimiz inançlarımızı, düşüncelerimizi özgürce kullanarak...