Üç aydır yoğun bakımda hayata tutunmak için mücadele eden babam Pazar günü (26 Ocak) kuşluk vaktinde bu dünyaya veda ederek yeni bir yolculuğa çıktı. Ebedi alem yolculuğuna onu küçük hafızın yüreğindeki en güzel dualarla uğurluyorum.
Babamın ölümüyle ilgili yazı yazmak o kadar zor ki... Biliyorum, ölenle ölünmüyor, hayat devam edecek, ama en azından bir süreliğine benim için hayatın durmasını istiyorum sanki.
Şimdi kendi içime eğiliyorum ve yüreğimde bir yanardağ gibi uğuldayan sesleri dinliyorum. Ölümle bu kadar iç içe ve yan yanayız. Hiç bitmeyecek sandığım o şefkat dolu bakışların uçup gidişini seyrediyorum. Bu dünyadaki hayatımızın gelip geçici olduğunu ölümle selamlaştığımızda daha iyi anlıyorum. Galiba her şeyin gelip geçici olduğunu sadece canımız çok acıdığında daha derinden hissediyoruz.
İnsan babasını kaybedince, sanki dipsiz bir kuyunun içine düşmüş gibi oluyor. Böyle zamanlarda Cemal Süreya’nın dizelerini mırıldanmak kederimi arttırıyor mu, azaltıyor mu bilemiyorum, ama her şeye rağmen iyi geliyor.
/Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü kör oldum/
Şimdi çocukluğumdan çok uzaklardayım, bu yüzden beni bulamayabilirsiniz. Babamı öte dünya yolculuğuna uğurladığım şu günlerde, babasının omzunda Kur’an okuyan o küçük kralı çok ama çok özlüyorum. İlkokulu henüz yeni bitirmiştim, hafızlığa başladım. Hafızlık bizim toplumumuzda çok önemli bir mevkidir. Hafızlığa başladığımda ben de evin küçük kralı olmuştum. Bunu lafın gelişi söylemiyorum, sahiden kral gibiydim; annem, babam ve kardeşlerim benim hizmetimdeydi. Ama bu gönüllü bir hizmetkarlıktı, bana hizmeti adeta bir ibadet gibi görüyorlardı.
Hiç unutmam bir kış günü sabah namazından önce camide mukabele okumaya gidecektim. Sabah kalktığımızda beyaz bir rüyaya uyandık. Boyumu aşan bir kar denizinin içinden çıkıp yürüyerek camiye gitmemin imkan ve ihtimali yoktu.
Babam hazırlandı, lastik çizmelerini giydi, ben de Kur’an’ı elime alıp babamın sırtındaki tahtıma kuruldum ve kar denizinin içine daldık. Babamın omzunda keyfim yerindeydi ve küçük kral elini kara bile değdirmeden menzile ulaştı. Cami çok soğuk olduğu için hemen yanında içinde soba yanan geniş bir odada mukabele okuyorduk. Mekana ulaştığımızda üzerimde en küçük kar tanesi bile yoktu, beni gören herkes “hafız sen uçarak mı geldin” diyerek espri yapmışlardı.
Evet babasının omzunda Kur’an okuyan o küçük kral camiye adeta uçarak gelmişti. Bu öyle bir taht ki, dünyada hiçbir krala nasip olmayacak kadar muhteşem... Keşke babamın saçlarına yine hep karlar yağsa ve ben kekik kokulu odalarda o küçük hafızı beklesem... Ama babam artık küçük hafıza veda etti, mekanı cennet olsun...
Acının en ağırını yaşadığımız şu günlerde bizzat cenazeye katılan, telefonla ya da mesajla acımızı paylaşan bütün dostlardan, arkadaşlardan ve akrabalardan Allah razı olsun.