Ağustosun sarı mehtabının altında durmadan Edip Cansever’in “Kirli Ağustos”unu ve Cahit Zarifoğlu’nun “Berdücesi-1962” şiirlerini okuyorum ve Zarifoğlu’nun şu dizelerini bir ilahi eşliğinde kalbime emanet ediyorum.
/her yanın dudaktır üstün bezelye taneleri
senin kır çiçekleri ayarında laleliğin
mayland’da hiç ama aşk değil
bir tutam göz ağrısı
aşk değil
kana bulanmış bir yürek
bir etek serüveni
sonuç zavallı ilkbahar giyotinleri
güneşin ilgisiz damarlarıyla yapayalnız bir keder
sendeki santa luçiya gözleri
benimkisi harzemşah/
***
Her gün kalbimizi kıran dünyanın karanlık tarafında, rengi solmuş, coşkusu bitmiş kelimeler gibiyim şimdi... Binlerce gözle baktım, ışığın sırrına tam vakıf olamasam da karanlığın gözlerini iyi belledim.
Siz hiç, gecelerin korkunç ve güzel olduğunu, orada gölgenin gözlerine bakıp, karanlığın dehşetini yaşadınız mı?
Siz hiç, güçsüzün düşlerini merhametin limanına götürüp ‘’adalet’’i bekleyen umutları gördünüz mü?
Siz hiç, kimsesizlerin gözyaşlarının aktığı sessizliğin görünmez kıyılarındaki kederle buluştunuz mu?
Siz hiç, çiçeklerin sırrını keşfeden şiirlerdeki peygamberlerin yürek atışını duydunuz mu?
Siz hiç, sonsuzluğun dudaklarında zamanın ‘’sırrı’’na dokundunuz mu?
Siz hiç, göklerin karardığı, ruhların yorulup sıkıldığı gecelerde, çiçekleri solan annelerin acılarına ortak oldunuz mu?
Belki de, gecenin bir kenarında hep sizi bekleyen o “muhteşem” düşü hiçbir zaman göremeyeceksiniz. Öyleyse, bir kez olsun yüreğinizi özgür bırakın sevgiden sarhoş olsun. Hayatınızın bütün mumlarını tutuşturun, gül ve nergis tozlarıyla boyayın saçlarınızı, güzel kokular dökün dünyanın ayaklarına...
Bir kez olsun, sahte hayatlarınızı “hayal tüccarları”na bırakın ve Van Gogh’’un çıldırtan sarısına kardeş olun...
Bunca kanın aktığı, bunca canın yokolduğu, bunca yoksulluğun, bunca yağmanın, bunca pespayeliğin ve bunca utancın üzerimize çöktüğü bir dünyada, durmak üzere olan kalbinizin üzerindeki bütün örtüleri kaldırın.
Bir kez olsun, gözyaşlarınızın önündeki barikatları yıkın. Ve izin verin, yerle gök arasında “ölümün gelini” veda etsin, dünyanın bütün çocuklarına...
Çünkü, bu vadide özgürlüğün şarkıları duyulmaz oldu. Vadilerde biriktirip, dağlardan, tepelerden aşırdığımız şarkılarımız perişan oldu.
Eğer, özgürlüğe ihanet edersem, bütün düşlerim bozguna uğrar “aşkın sahilleri”nde...
Eğer, “sevginin şafağı”nda verdiğim sözü tutamazsam, aşk ilahilerinden çaldığım “incilerim” kaybolur.
Eğer, “yeryüzünün doğusu gülümsediğinde” şarkılara yeni bir umut ekleyemezsem, geleceğin ilahilerini ebediyyen kaybederim.
Şimdi, daha iyi duyuyorum denizlerin ötesine saçılan “inci”lerimin fısıltısını... Düşlerimden çıktım ve yeni ilahilere yürüyorum.
Artık “düşler vadisi”nde yalnız değilim, binlerce kalbin önünde dualar ve ilahiler karşılıyor sesimi. Ve çocukların gülüşünden damla damla düşüp, dünyaya akıyor “inci denizim...”