Bazen hiç duymadığım, dinlemediğim şarkıları keşfetmek için Youtube ve Spotify gibi platformların altını üstüne getiriyorum. Ve sonra bu arayışın bir yerinde bir anda “Love Come Here” şarkısı başlıyor.
/Bu hikayenin bir sonu yok
son bir trajedi ya da zafer yok
aşk buraya geldi ve asla gitmedi
Şimdi kalbim açık
kapatılamaz ya da kırılamaz
aşk buraya geldi ve asla gitmedi
şimdi seni sonsuza kadar
severek yaşamak zorundayım./
Şarkı bittiğinde de kafanızın içinde şarkı çalmaya devam eder sanki… Öyle ki tembellik edip dinlemediğim zamanlarda bile bu şarkıyı dinlediğimi hayal ediyorum, çünkü nefes almamı kolaylaştırıyor…
Böylesine huzurlu ama aynı zamanda melankolik ve de kalıplara sığmayan çok az şarkı dinlediğimi düşünüyorum.
Peki kim bu hüzünlü gecelerimizin müzisyeni?
Onun adı Lhasa de Sela… Meksikalı-Kanadalı bir şarkıcı Lhasa.
1972’de New York’un dışındaki Woodstock’ta küçük bir kulübede doğdu ve çocukluğunun büyük bir kısmında göçebe bir hayat yaşadı. Meksikalı babası, Amerikalı annesi ve üç kız kardeşiyle dönüştürülmüş bir okul otobüsünde Amerika ve Meksika’yı turlar.
Québec aksanıyla şöyle diyor: “[Ebeveynlerim] birçok halüsinojenik madde kullandı ve birçok risk aldı. Orta sınıf yaşam tarzına sahip olamıyorlardı. Aileleri iyi durumdaydı ama onlar, ailelerinin kara koyunlarıydı. Çok fakirdik, süpermarketlerin arkasında bulunan çöp kovalarını karıştırırdık. Bir aylığına bir yerde yaşardık, babam meyve toplardı. Diğer zamanlar çöl ve okyanus kenarında yaşadık – akrep ve denizanalarının babamı soktuğu zamanları hatırlıyorum, kasırgaları ve garip insanları anımsıyorum.” (Peter Culshaw, Çeviren: Aslı İdil Kaynar, Telegraph)
Ebeveynleri ve kardeşleri ile birlikte yaptığı bu yolculuklar, Lhasa’nın geniş hayal dünyasını besleyen deneyimlerdir. Babasının seçtiği Amerika ve Meksika yerel şarkıları, Latin, Arap, Doğu Avrupa ve Asya müzikleri bir bakıma ileride çizeceği yolun kapılarını açacaktır.
Şarkı söylemeye, on üç yaşındayken San Fransisco’da bir Yunan kafesinde başlamış. O günlerde düşük tempolu Billie Holliday şarkıları ve Meksika ezgilerini tercih eder. Kendi sesinin gücünü ve şarkı söylemenin onda uyandırdığı yoğun duyguları burada keşfetmiştir.
19 yaşına geldiğinde yolu biraz kuzeye, Kanada’ya kayar. Gitaristi ve yapımcısı Yves Desrosiers ile burada tanışırlar. Beş sene boyunca birlikte Montreal’de çeşitli barlarda canlı performanslar sunarlar. Buralarda edindiği deneyim, onu 1998 tarihli ilk albümü “La Llorona”yı çıkarmaya kadar götürür. Aztek mitolojisinde yer alan bir denizkızı karakteri çevresinde şekillenen, geleneksel Meksika müziğinden alternatif rock’a kadar çok çeşitli tınıları sentezlediği bu albüm, Lhasa’ya hak ettiği ünü ve başarıyı getirmiştir. Bu gizemli ses, yürek burkan melodiler ve ilginç hikâye, dünyanın pek çok yerinde ilgi çekmiş ve albüm tahminlerin ötesinde bir satır rakamına ulaşarak onu “En İyi Evrensel Müzik Sanatçısı” ödülüne kavuşturmuştur.
Lhasa, bir ara müziği bırakarak Fransa’daki üç kız kardeşinin yanına gider ve onlarla birlikte sirkte çalışmaya başlar. Ancak kanına müziğin karıştığı biri için müziği bırakmak, hiç de kolay olmaz. Ve sonunda tekrar şarkı yazmaya başlar. Tindersticks’in “Waiting for the Moon” albümüne bir düetle konuk olur. Bir süre sonra Kanada’da eski bir liman kenti olan Marseille’ye gider ve yeni şarkıları için çalışmaya başlar. 2002’de Montreal’e dönerek, ilk albümünde birlikte çalıştığı François Lalonde ve Jean Massicotte ile buluşur ve ikinci albümü “The Living Road”u 2003’te çıkarırlar.
Lhasa’nın şarkıları genellikle acılı, melankolik ve dramatiktir ama asla insanı yataklara düşüren cinsten değildir. Tam tersine umutlu bir iklime çağırır, tutkulu ve içtendir. Şarkılarını bazen hangi kategoride değerlendirmeniz gerektiğine karar veremezsiniz, dünyanın hangi coğrafyasına ait olduğu kestiremezsiniz. Küba’dan Baykanlardan, Fransa’dan ya da Ortadoğu’dan esintiler taşıyabilir… Ama hiç değişmeyen bir gerçek vardır ki Lhasa’nın o yumuşak ve kadife gibi sesinden dinlediğiniz şarkılarla kendinizi çok iyi hissedersiniz.