Çağdaş dönemde Müslüman dünyanın hem nicelik hem de nitelik açısından farklı problemlerle ve yepyeni taleplerle karşı karşıya olduğunu artık hepimiz biliyoruz. Günümüz İslam ülkelerinde özgürlük, kadın hakları, azınlık hakları, eğitim-bilim ve demokrasi gibi kavramların ne anlam ifade ettiğini, daha da önemlisi bu çağdaş anlayışla Müslümanlar arasındaki mesafenin hangi noktada olduğunu doğru anlamak zorundayız.
Hemen belirtelim, eğer düşünsel ve fikri planda karşı karşıya olduğumuz sorunlarla yüzleşemezsek sadece gelişmiş dünyadan uzaklaşmakla kalmayız, aynı zamanda İslami hüviyetimizi korumada da derin krizler yaşarız.
Müslümanların yüzyıllar içinde yaşadığı tecrübeler göstermiştir ki ne zaman din ideolojiyle özdeş hale getirilmişse, ya da din ideolojiye indirgenmişse insanların dinle olan bağları zayıflamış ve din adeta çıkarcı ve pragmatist anlayışların aracı haline dönüşmüştür. Çağdaş İslam düşünürü Nasr Hamid El Zeyd “Ben ideolojik bakış açısından arınmış vahiy ve din yorumunun değerli ve anlamlı olduğunu düşünüyorum”(1) derken çok hayati bir noktaya dikkat çekiyordu.
Kuşkusuz İslam dünyasının sorunu sadece ideolojinin dine musallat olmasından ibaret değil elbette. Esas temel meselelerden birisi İslam dünyasında akıl ve düşüncenin gerilemesi ve hatta durmasıdır.
İşte eleştirel düşünceye kapılarını kapatan bu zihniyet yapısı yüzünden İslam dünyası hür düşünce ile tanışamamış, bilim, sanat ve teknolojide yeterli gelişmeyi sağlayamamıştır. Yıllardır “Emperyalistleri kovalım”, “İslam gelecek vahşet bitecek” benzeri sloganlar üretmekte pek mahir olan Müslüman dünya, ne yazık ki kendi zaaflarıyla yüzleşmeyi bir türlü göze alamamıştır. Maalesef dinin temel önerileriyle de, reel dünya ile de bağları zayıflayan Müslümanların ezberi büyük ölçüde slogana ayarlıdır ve adeta hayatları slogandan ibarettir.
Bir örnek olması açısından ifade etmek gerekirse, mesela Türkiye’deki İslamcıların önemli bir bölümü Aliya İzzet Begoviç’e hayrandır ama zihin dünyaları Aliya’nın şu sözlerine de kapalıdır: “Ben olsam, Müslüman Doğu’daki tüm mekteplere, ‘eleştirel düşünme’ dersleri koyardım. Batı’nın aksine Doğu, bu acımasız mektepten geçmemiştir ve birçok zaafın kaynağı budur.”
Çok açık ki dinamik bir düşünce üretimi ve bilimsel gelişmeler için en doğru yöntem akılcılıktır. Çağdaş İslam düşünürü Muhammed El Cabiri İslam dünyasının, düşünsel problemlerini çözebilmek için geçmiş tarih, medeniyet ve kültüründe kaybolmuş olanı bulmak zorunda olduğunun altını çiziyor ve esas kaybolmuş olanın İbn Rüşt’ün fikri sistemi olduğunu söylüyor.
“Eğer ümmetin belli bir tarihi dayanağa ihtiyaç duyduğunu kabul edecek olursak, benim inancıma göre Bu dayanak İslam ümmeti açısından İbn Rüşt’ün fikri sistemidir. İbn Rüşt her çeşit dini, mezhebi ve grupsal taassuba karşıdır. O, her türlü kutsallaştırmaya muhaliftir. Eleştirel bir akıl anlayışına sahiptir. Bu yüzden onun fikri sistemini kolayca bir ideolojiye çevirebilmek mümkün değildir. Düşüncesi kolayca iktidarı elinde bulun duranların oyuncağı haline gelmez. Onun bütün düşünce sistemi eleştiriye dayanmaktadır ve eleştiri ideolojiye dönüştürülemez.” (2)
Galiba bir gerçeğin altını çizmemiz gerekiyor; Müslüman dünya yüzyıllar içinde neredeyse dinin esası haline gelen hurafe ve mitolojileri eleştirel bir akılla ayıklamak zorundadır. Aksi taktirde akla, bilime, özgür düşünceye itibar etmeyen bir İslam dünyasının Taliban ve IŞİD benzeri terör üreten sapkın yapılardan kurtulması asla mümkün olmayacaktır. Geri kalmışlığımızı telafi etmenin başka bir yolu da bulunmamaktadır.
Muhtemeldir Batı’daki epistemolojik ve bilgisel değişimi anlamakta zorlanan bazı kesimler, slogancı bir anlayışla “Bize emperyalistleri mi öneriyorsunuz” diyerek itiraz edeceklerdir. İşte tam bu noktada bir başka çağdaş İslam düşünürü Muhammed Arkoun bu itirazı “Modern dönemlerin akılcılığının beşeri aklı Hristiyan ilahiyatının baskıcı dogmatizmi ve mutlakçılığından kurtarıp özgürleştirmeyi başardığını kabul etmeliyiz” (3) diyerek cevaplıyor. Haçlı seferlerinin klasik Batı akılcılığının ürünü olduğuna dikkat çeken Arkoun, aklın klise despotizminden kurtulması sonucunda bugün Fransa, Almanya ve Hollanda’da fundamentalist ve aşırıcı Hristiyan hareket ve akımların ortaya çıkma zemininin kaybolduğunun altını çiziyor.
1-Yeni Mutezililer, s.47, mana yayınları
2-a.g.e, s.76-77
3-a.g.e, s.120