Bana saf diyebilirsiniz, hatta “Senin dünyadan ve Türkiye’den haberin yok, memlekette olup bitenleri görmüyor musun?” diye sitemde de bulunabilirsiniz. Haklı olabilirsiniz, ama 70 milyonu kucaklama iddiasıyla yola çıkan, kuruluş felsefesinde insan haklarını, özgürlükleri ve hukukun üstünlüğünü her şeyin üstünde tutan bir partinin kendi ilkelerini yok sayan bir tutum içinde olabileceğine inanmıyorum, daha doğrusu inanmak istemiyorum.
Çünkü bir hükümet için, iktidarı döneminde kendi gibi düşünmeyen akademisyenlerin, sivil toplum insanlarının gözaltına alınması, bırakın ilkelerini yok saymayı doğrudan kendi ayağına kurşun sıkmak anlamına gelmektir. Üstelik de hükümetin yurt dışındaki bilim insanlarını Türkiye’ye geri döndürmek amacıyla yeni bir teşvik programı açıklamasının hemen ardından Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Betül Tanbay ve Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Turgut Tarhanlı’nın da aralarında bulunduğu 14 kişinin gözaltına alınmasını akıl ve mantıkla izah etmek mümkün olmadığı gibi, hükümetin hedeflerini de dinamitleyen bir girişimdir. Dışarıdan böyle bir tabloyu seyreden bu ülkenin akademisyenlerinin, pırıltılı zekalarının zihinlerinde nasıl bir Türkiye fotoğrafı canlanacağını herkesin iyi analiz etmesi gerekiyor.
Düşünebiliyor musunuz Gezi’den tam beş yıl sonra, adı geçen akademisyenler, Gezi Parkı eylemlerinde Osman Kavala ile hiyerarşik bir düzen içerisinde faaliyetlerde bulundukları iddiasıyla gözaltına alınıyorlar. Yargı o kadar hızlı işliyor ki, suç isnadını ancak beş yıl sonra yapabiliyor, şaka gibi değil mi, ama şaka değil...
***
Demokratik hukuk devletinde esas olan ifade özgürlüğüdür, hukukun üstünlüğüdür. Ve bir toplumda her görüşten, her fikirden, her etnik aidiyetten insanlar kendilerini özgürce ifade edebiliyorlarsa o sistemin adı demokrasidir. Eğer üzerinden beş yıl geçmiş bir olayın ardından bilim insanları hiçbir delil olmadan sabahın köründe evlerinden alınıp gözaltına alınıyorlarsa, o toplumda insanlar kendilerini güvende hissedemezler.
Peki bunca demokrasi tecrübemize ve hiç hak etmediğimiz halde dünyada Türkiye ile ilgili negatif algıya rağmen, böyle bir olay nasıl yaşandı?
Ya da şöyle sormak lazım belki, bu gözaltılar kimlerin işine yarıyor? Bir kere AK Parti’nin işine yaramadığı çok açık. Zira bizzat AK Parti kendi belirlediği kuruluş ilkelerinde diyor ki: “Adaletin tesisi kalkınmadan önce gelir. Demokratik bir hukuk devleti anlayışını hayata geçiremeyen ve adalete güveni tesis edemeyen ülkelerin, ekonomik yönden kalkınması da mümkün değildir.”
Akademisyenlerin gözaltına alınması kimin işine yarıyor bilemem ama, kimlerin bu ayıbı sevinçle karşıladığını çok iyi biliyorum. Dindar ulusalcılar ve Kemalist ulusalcılar pek mutluydular... “Gezi’nin beynini” bulduklarını açık açık yazarak Türkiye’nin demokrasi liginde olmasından son derece mutsuz olduklarını bütün dünyaya ilan ettiler.
Adaleti, güveni tesis etmek üzere yola çıkan bir partinin iktidarında “gözünün üstünde kaşın var” diye insanlar keyfi bir anlayışla durup dururken gözaltına alınabilirler mi? Yaşanan örnekte de olduğu gibi, demek ki alınabiliyorlarmış. Böyle bir tablo karşısında insan ister istemez, demokrasi zaafının yaşandığı bir ortamda “Acaba birileri fırsattan istifade başka bir hesap mı görüyor?” diye sormadan edemiyor. Pek ihtimal vermiyorum ama, varsayalım ki devlet içinde farklı güç merkezleri var ve onlar durumdan vazife çıkararak kendi ajandalarına göre hesap kesiyorlar.
Hemen belirtelim, kim hangi gerekçeyle ne tür hesap yaparsa yapsın, nihai olarak bir ülkedeki pozitif ve negatif gelişmelerin sorumluluğu iktidarlara aittir. Dolayısıyla iktidar da memlekette olup bitenlerin seyircisi değil, doğrudan sorumlu aktörü konumundadır.