Son dönemde AK Parti’nin içine düştüğü çaresizliğin akıl ve mantıkla izahı yok galiba… İktidara geldiği ilk dönemde Türkiye’nin demokrasi kalitesinin artması için katkılar sağlayan, ekonomik kalkınmada önemli adımlar atan bir partinin toplumla adeta savaşır hale gelmesini gördükçe doğrusu insan ister istemez “Bu partiyi bu hallere kim düşürdü” demekten kendini alamıyor.
Yıllarca toplumun belli kesimlerine ayrımcılık yapılmasına karşı mücadele ettik, başörtülü öğrenciler için üniversite kapılarında ‘ikna odaları’ kurulmasına isyan ettik, haksızlıklara, baskılara karşı milyonluk ‘özgürlük zinciri’ oluşturduk.
AK Parti de bu yasaklara ve baskılara karşı çıkarak iktidara geldi. Ve bir zihniyet değişimini sağlamak için; düşünce ve ifade özgürlüğünün tam olarak sağlanmasını, özgürlükleri sınırlayan engellerin kaldırılmasını, şeffaflığın getirilmesini ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesi için cesur demokratik adımların atılmasını savundu.
Demokratik toplumlarda doğru bilgi edinme ve denetim görevi yürüten medyanın çoğulcu ve rekabetçi bir yapı içinde gelişmesinin esas olduğunu söyleyerek bu hakları vaat etti.
Tıpkı demokratik ülkelerde olduğu gibi hukukun evrensel ilkelerine saygı, hak arama yollarının açık tutulması, idarenin hukuka bağlılığının sağlanması için ‘hukukun üstünlüğü’nün esas alınacağını savundu.
Peki bugün böyle bir AK Parti iktidarının varlığından söz edebilir miyiz? Ne yazık ki hayır…
Yıllarca ‘vesayetçi’ anlayışa karşı çıkan AK Parti iktidarı, kendisini eleştirmeye niyet edenleri Anayasa’nın açık hükmüne rağmen yüksek perdeden adeta tehdit ediyor: “Sokağa çıkacaklarmış, sokağa çıkanları tıpkı 15 Temmuz’a olduğu gibi kaçtığınız yere kadar kovalarız.”
Milletle olan bağlarını kopartarak artık onlara tepeden bakmaya başladığı için büyükşehirleri ve özellikle İstanbul’u kaybetti. Neden kaybettiği konusunda sahici bir özeleştiri yapamadığı için de şimdi bir rövanşizim duygusu yaşıyor. Her ne kadar perdenin önünde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu hedef almış görünse de temelde İstanbul halkını rencide ettiğini bir türlü göremiyor.
Düşünün ki iktidarın içişleri bakanı bütçe görüşmelerinde “İBB’de terörle iltisaklı, irtibatlı adamlar var” diyor, ama o günden bu yana tek bir yasal adım atılmıyor. Bir yerde terör unsurları varsa yakalanıp yargıya teslim edilmez mi? Ya onlar İstanbul’un suyunu zehirlerlerse mesela… Belediyeye sadece idari müfettişler gönderiliyor. Bir aydır yasal bir adım atılmadığına göre, demek ki çok da ciddi bir problem yokmuş…
Doğrusu, düşüncesi bile insana acı veriyor ama sakın bütün bunlar, Kürtlere karşı derinden akan bir nefretin ürünü olmasın…
Kimse kimseyi kandırmaya kalkmasın, eğer günlerdir ortalığı velveleye verdiğiniz halde hala yargısal yolları devreye sokmamışsanız, belediye üzerinde bir bakıma ‘siyasi vesayet’ oluşturarak bir kayyım iklimi oluşturmaya çalışıyorsunuz demektir.
Dahası hukuk, adalet, hakkaniyet, şeffaflık söylemleriyle iktidara gelen AK Parti, nepotizmi baş tacı yapar hale geldiği için KPSS’de 100 puan alanları mülakatta düşük puan vererek eleyip eş-dost akrabaları kazandırarak vicdanları yaralayan bir iklimde yol almaya devam ediyor.
Maalesef zamlardan, hayat pahalılığından, evine ekmek götürememekten, işsizlikten canı yanan insanlara inat 4-5 yerden maaş alanların mutlu olduğu bir iktidarın adı oldu artık AK Parti…
Hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı diye iktidara gelip yasamayı, yürütmeyi, yargıyı tek elde toplayarak hiçbir belge ve kanıt olmadığı halde insanların yıllarca tutuklu olarak cezaevinde kaldığı bir hukuksuzluk ikliminin adı oldu AK Parti…
En dramatik olanı da “Anayasa Mahkemesi kapatılsın” diyen ortağını mutlu etmek için bütün kazanımları feda etmeye hazır bir partiye dönüşmesidir.
İşte şimdi “Bu kadarı da olmaz, haksızlıklara, yolsuzluklara göz yummak, ülkenin nedeyse yarısını terörist olarak görmek AK Parti’ye yakışmıyor” diye itiraz edenlerin hain ilan edildiği bir dönemi yaşıyoruz.
Ne diyelim, eğer AK Parti yasakları, hukuksuzlukları, adaletsizlikleri ve de özgürlükleri askıya almaktan şikayetçi değilse, bize sadece ‘kolay gelsin’ demek düşüyor.