Bir parti düşünün ki 13 yıllık iktidarı boyunca devrim niteliğinde demokratikleşme adımları atmış, ekonomide ülkeye sınıf atlatmış, eski Türkiye'nin vesayet defterini kapatarak sivil ve özgür bir Türkiye için yeni bir sayfa açmış, çetelerin, mafyanın egemen olduğu sokakları temizleyerek herkesin daha rahat nefes aldığı toplumsal bir iklimin kapılarını aralamış...
İşte bu partinin adı AK Parti'dir. Ama ne hikmetse bu başarı hikayelerini yazan aynı parti 13 yıllık iktidarının sonunda, aslında başından beri var olan bazı memnuniyetsiz kesimlerin nefretinden de bir türlü kurtulamamış... Çok doğaldır ki, siyasetin de doğası gereği bir iktidardan memnuniyetsizlik duyanlar her zaman var olacaktır. İyi de nefret neden? Yine biliyoruz ki, içeride ve dışarıda AK Parti iktidarının ilk gününden itibaren bu iktidardan hiç hazzetmeyen, bunun için de her fırsatta bir olumsuzluk algısı oluşturmaya çalışanlar hep vardı, eminim ki bundan sonra da var olacaklardır.
Memnuniyetsiz kesimlerin her zaman var olacağını peşinen kabul edebiliriz, ancak nefretin artmasını sadece algı operasyonlarına ve son dönemde dillerden düşmeyen o sihirli 'üst akıl' icadına havale ederek açıklayamayız. Zira AK Parti iktidarından memnun olmayan kesimler 2011 yılına kadar da vardı, ama nefret değil...
Galiba esas büyü 2011’den sonra bozuldu. Çok doğal olarak 1 Kasım’da yüzde 49.5 oy almış bir parti ile ilgili bu tür analizlerin bir kıymeti harbiyesi kalmadı denebilir.
Elbette yüzde 49.5 bir teveccühün göstergesidir, yani toplumun gönlündeki AK Parti fotoğrafının bir tezahürüdür. Ama her şey matematiksel başarıdan ibaret de değildir. İşte tam da bu yüzden AK Parti bugün de, tıpkı 2011'e kadar olan süreçte olduğu gibi gerilimi asgari düzeyde tutan siyasal ve sosyolojik uzlaşma dilini yeniden keşfetmek durumundadır. Ayrıca 7 Haziran kabusunun ardından 1 Kasım zaferiyle başlayan bahar havası da AK Parti'yi buna mecbur kılmaktadır.
Ancak şu günlerde AK Parti adına racon kesen birilerinin her canlarının sıkıldığında, "1 Kasım zaferinden sonra bizi kimse tutamaz" tarzındaki efelenmelerle bu partinin misyonunu tırtıklamaları üzüntü vericidir.
Maalesef AK Parti misyonu ile bir akrabalığı bulunmayan, ancak konjonktürel şartların oluşturduğu mevsimsel bir selle bu partinin kıyılarında takılıp kalmış öyle bir güruh peydahlandı ki, neredeyse AK Parti misyonunu bunlar temsil eder hale geldiler. Öyle ki, her gün ekranlardan parmak sallayan, köşelerinden tehditler gönderen birileri AK Parti adına gazetecilere, işadamlarına, bürokratlara ayar veriyor, onların kariyerleri ya da ekonomik gelecekleri konusunda vade biçiyorlar. Malum, şimdilerde eski Türkiye'nin hurdalığında istirihate çekilmiş bulunan birileri de o günlerde, tıpkı bugünkü AK Parti devşirmeleri gibi ekranlardan tehditler savuruyor, politikacıları, iş adamlarını mahkum ediyorlardı. Ama kimse şimdi onları hayırla yad etmiyor...
Oysa bugüne kadar toplumun büyük bir bölümünün hafızasına adalet, ahlak ve iyilik sembolü olarak nakşettiği AK Parti algısında bu tür sevimsiz görüntüler yoktu. Ama şimdi birileri inatla ve ısrarla bize başka bir AK Parti algısı satmaya çalışıyor. Bir gerçeğin altını tekrar tekrar çizmekte yarar var; AK Parti misyonuna inanan insanlar, siyaset yapmayı maç kazanmak ya da rakiplerini yendikleri için böbürlenerek etrafa pazarlamacı cakası satmak gibi bir duygu içinde olamazlar. Çünkü AK Parti misyonu makuliyet dilini asla kaybetmeden, ferasetle politikalar üretmeyi, kucaklayıcı olmayı gerekli kılmaktadır.