Akılları ve vicdanları zorlayan olaylar yaşanıyor bu ülkede. Hala biraz olsun vicdan sahibi olanlar için tahammülü zor öylesine derin bir kirlilik ve yozlaşma hali var ki isyan etmemek, hatta çıldırmamak mümkün değil.
Neredeyse memlekette her gün bir çocuk katlediliyor, bebekler tacize uğruyor, kadınlar öldürülüyor, devletin sokaklarımıza saldığı sapıklar, uyuşturucu müptelaları polislere ateş ederek şehit ediyor.
Devletin adeta buharlaştığı bir ülkede insanlar çaresizce adalet arıyor ama adalet sizlere ömür…
Açlık sınırının altındaki asgari ücretle ve simit parasına bile yetmeyen emekli maaşlarıyla evlerine ekmek götürebilmenin derdine düşmüş bulunan talihsiz ülkenin talihsiz insanları, bunca dert yetmiyormuş gibi, bir de haklarının-hukuklarının gasp edilmesi halinde “ya devlet bizi korumazsa” endişesi yaşıyorlar.
Çünkü bu ülkede “hukuk devleti”ni kaybettik. Daha birkaç gün önce İstanbul’da 19 yaşındaki bir suç makinesinin faili olduğu vahşet, nasıl yakıcı bir hukuksuzluk sorunuyla karşı karşıya olduğumuzu gözler önüne serdi. Bu yüzden Türkiye, çete suçlarında Avrupa’da birinci, 193 ülke arasında ise 14. sırada bulunuyor.
Maalesef, esas itibariyle bu vahim tabloyu yaratan ve de suçun önünü açan kuralsızlık ve cezasızlık sistemidir.
Peki bu sistemi kim icat etti?
Tabii ki iktidar… Son dört yılda iktidar, tam 2 kez infaz indirimi düzenlemesi yapmış. Ve 2020 yılında cezaevlerini boşaltmak için erken tahliye düzenlemesi yaparak (2023 yılında da bu düzenleme yenilendi) uyuşturucu müptelalarını, gaspçıları, yağma, yaralama, hırsızlık, cinsel saldırı ve çocuk istismarcılarını sokaklarımıza salmış. Yani, yargıda 19 dosyası, poliste 26 suç kaydı bulunan şu 19 yaşındaki polis katili hangi suçlara bulaştıysa onlara ceza indirimi yapılmış.
Öyle bir yargı sistemimiz var ki ifade özgürlüğü hakkına sahip çıkanların, toplantı, gösteri ve protesto hakkını kullananların gözünün yaşına bile bakmadan yıllarca cezaevinde tutmaya devam ediyor. Kısacası bu ülkede suç makineleri dışarıda dolaşırken, ‘insanlık’ diyene jet dosya hazırlanıyor. Dünkü KARAR gazetesinin manşetinde yer alan haberde de belirtildiği gibi, Filistin’le dayanışma eyleminde ‘Vanaları kapatın’ diyen Kuban Kural hakkında ‘Türk milletini, cumhuriyeti, devlet kurumlarını aşağılama’ suçuyla soruşturma başlatıldı.
Adaletin terazisi bozulunca böyle oluyor, mesela halkın oylarıyla seçilen TİP Milletvekili Can Atalay, Anayasa Mahkemesi’nin iki kez “hak ihlali” kararına rağmen, Meclis’teki görevine iade edilmeyerek hem anayasaya hem de millet iradesine meydan okunabiliyor. Dahası, AİHM’nin Osman Kavala konusunda verdiği “derhal serbest bırakın” kararını uygulamayarak evrensel hukuk normlarını yok sayabiliyor.
Vicdanları yaralayan hukuk facialarımız bu kadarla da bitmiyor elbette. Hukuksuzlukta bir eşi benzeri daha bulunmayan Ekrem İmamoğlu davası… Bilindiği gibi İmamoğlu’na “ahmak” kelimesi yüzünden 2 yıl 7 ay 15 gün ceza verilmişti. Dava halen İstinaf’ta, muhtemelen şu günlerde karar verilecek. Bu durum kelimenin tam anlamıyla bir hukuk faciasıdır. Kim hangi siyasi pencereden bakarsa baksın, bu dava asla hukuki olarak değerlendirilemez, çünkü esas itibariyle İmamoğlu’nun önünü kesmek için verilmiş bir ceza ve tamamen siyasi bir karar. Ayrıca hukuk literatüründe böyle bir ceza yok. Eğer istinaf ve Yargıtay süreçleri “yasak” kararıyla sonuçlanırsa, bilelim ki bundan en büyük zararı görecek olan hukuktur, demokrasidir ve de Türkiye’dir.
Esas vahim olan, iktidarın bütün bu olup bitenlere ‘hukuk devleti’ penceresinden bakmıyor olmasıdır. Ne yazık ki AK Parti, kendi iktidarı döneminde gerçekleştirdiği demokratikleşme adımlarına bile itibar etmeyerek Türkiye’yi bir hukuksuzluk iklimine mahkum etmiş bulunuyor.
İşte tam da bu yüzden yaklaşık iki yıl önce Ankara’nın göbeğinde güpegündüz katledilen Ülkü Ocakları eski başkanı Sinan Ateş davası, ‘hukukun üstünlüğü’ zemininde ilerlemediği için vicdanları yaralamaya devam etmektedir. Çünkü cinayetle ilgili sokaktaki insanın bile neredeyse ezbere bildiği bazı isimler, ne hikmetse yargının ilgisini çekmemiş ve iddianamede yer almamıştır.
Peki adaletin hukuksal normlara göre değil, yargının üzerine düşen siyaset gölgesine göre tecelli ettiği bir hukuk sistemine insanlar nasıl ve kime güvenecekler, geleceklerinden nasıl emin olabilecekler?
Kabul etmesi hepimize acı verse de uyuşturucu müptelalarına, gaspçılara ve tacizcilere son derece merhametli davranan kutsal devletimizin, düşünce suçlularına, rejime karşı eleştirel bakanlara, itiraz edenlere karşı eli oldukça ağır…