İslam’ın adaletle ilgili önerilerini ve bu konuda Müslümanlara yüklediği görevleri biliyoruz. Bu çerçevede, dünyadaki hemen bütün Müslüman toplumlar ‘adalet’ kavramı konusunda son derece hassastırlar ve her vesileyle hem Kur’an’da yer alan adaletle ilgili ayetleri ve de ilk dönem Müslümanlarından aldıkları örnekleri sıkça dillendirirler.
Kur’ân-ı Kerîm’e göre adâletin ölçüsü yahut dayanağı hakkaniyettir. Hidayete hak sayesinde ulaşılabileceği gibi adâlet de hakka uymakla sağlanır (bk. el-A‘râf 7/159, 181). Hak, objektif bir kavram ve sabit bir kanun ilkesidir. Bir hak konusunda hüküm verilirken, hakkın kendi lehine hükmedilmesi halinde bundan memnun olan, fakat aleyhine hükmedilmesi durumunda bu hükmü tanımayan insanlar için “işte bunlar zalimlerdir” (en-Nûr 24/48-51) denilmiştir. (İslam ansiklopedisi-Mustafa Çağrıcı)
Kısacası adalet kavramı, teorik anlamda ilk dönem Müslümanlarından bugüne kadar geçen sürede hemen bütün Müslüman toplumlarda en temel meselelerden birisi olarak görülmüştür. Hatta öyle ki özellikle 20. Yüzyılda bazı Müslüman ülkelerdeki İslamcı aydınlar, gerçek anlamda adaletin tesis edilebilmesi için öncelikle Bir “Şeriat devleti”ne ihtiyaç olduğunu savunmuşlardır.
Evet görüldüğü gibi hemen bütün Müslümanlar teorik anlamda, ateşli bir ‘adalet’ savunucusudurlar.
Ancak bugün Müslüman ülkelere baktığımızda, hukukun hakim olduğu adil yönetimlerin olduğunu söyleyemeyiz.
Kabul edelim ki ‘birey’i önemsemeyen, insan haklarını umursamayan bir Müslüman dünya ile karşı karşıyayız. Açıkçası Müslüman dünyadaki bu karanlık fotoğrafa bakınca, Müslümanların, Kur’an’da açık ve net bir şekilde önerilen ‘adalet’e gerçek anlamda inandıklarını söylemek ne yazık ki pek mümkün gözükmüyor.
Öyle anlaşılıyor ki Müslüman toplumlar ve bu toplumların yöneticileri, adaletin tecelli etmesini sağlayacak olan bir ‘hukuk devleti’ni değil, geniş dindar kitlelerin siyasal motivasyonunu sağlamak için Hz. Ömer’in adaletini örnek göstererek nutuk atmayı daha çok seviyorlar.
Maalesef ‘hukukun üstünlüğü’ne dayanmayan, sadece toplumları efsunlamaya yarayan hamasi adalet söylemleri yüzünden, Türkiye dahil bütün Müslüman ülkelerde ne yazık ki ‘hukuk devleti’nin alameti farikası olan ‘yargı bağımsızlığı’ asla mümkün olmamaktadır.
Bu konuda geçtiğimiz günlerde Ankara’da bir toplantıda konuşan Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan’ın şu ifadeleri meselenin adeta özeti gibidir: “Yargı bağımsızlığı sadece hukuk devletinin değil, kuvvetler ayrılığı ilkesinin de zorunlu bir sonucudur. Kuvvetler ayrılığı, yargının yasama ve yürütmenin müdahalesinden uzak olmasını gerektirmektedir. Yargının diğer devlet erklerinin kontrolü altında olması hak ve özgürlüklerin sonu olur.”
Müslüman ülkeler, hukuk, adalet, hak ve özgürlükler konusunda hatırı sayılır bir ilerleme sağlayamadıkları için ne yazık ki kendi halklarını mutsuz etmeye devam ediyorlar. Esas dramatik olan ise bu ülkelerin yöneticilerinin kendi despotik günahlarını Batı ve demokrasi karşıtlığı üzerinden meşrulaştırmaya çalışmalarıdır. Geri kalmışlığın, fukaralığın özgürlük azlığının bahanesi her zaman hazırdır, “Müslümanların gelişmesini çekemeyen dış güçler, emperyalist emellerini gerçekleştirmek için bütün Müslüman ülkelerin tepesine çullanıyorlar…” Yani, otokrat liderlerin ne zaman başı sıkışsa ‘dış güçler’ anında imdada yetişiyor…
Bu konuda Mana yayınlarından çıkan çok güzel bir kitap var: Doğu Batı Tartışmaları… Hasan Hanefi ve Muhammed el-Cabiri arasındaki mektuplaşmalardan oluşan kitapta, Hanefi’nin Müslüman ülkelerdeki özgürlüklerle ilgili çok önemli bir tespiti var, diyor ki: “Toplumlarımız hala türlü baskı, diktatörlük çeşitleri altında inlemektedir. Yönetimlerimiz hala tek parti ya da tek adam sistemleridir. Özgürlükleri kısıtlayan bir dünya yasa söz konusudur, sayısız hapishaneler mahkumlarla dolup taşmaktadır. Baskı politikalarından yıldığı için ülkeyi terk eden nice beyinler mevcuttur. Peki, nedir bu özgürlük probleminin sebebi? Çağdaş benliğimize işlemiş olan bu özgürlük ve demokrasi eksikliğinin tarihsel kökenleri nedir? Allah’tan başka ilah yoktur diyerek iman ediyoruz. Peki bu cümlede söz konusu olan reddiye (Allah’tan başka her türlü otoritenin reddi) direnişimizde bir rol oynayamaz mı? İyiliği emredip kötülükten sakındırma ilkesini nasıl anlayıp uygulamalıyız?” (s.16)
Haşa Allah ‘adalet’ ayetlerini otokrat yöneticileri mutlu etmek için göndermediğine göre, Müslümanların Kur’an’ın özellikle adaletle ilgili önerilerini yeni baştan düşünmelerinde yarar var…