Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın geçtiğimiz hafta Ombudsman kurumunda yaptığı konuşmadaki şu sözlerini her yazımın başına koyup bütün zihinlere nakşetmek istiyorum. Erdoğan aynen şöyle diyor: “Şikayetlerin çoğaldığı bir yerde, idare-i maslahatta ısrar halka zulmetmektir. Hikmet-i hükümet dediğimiz, yaptıkları sorgulanmayan, kerameti kendinden menkul devlet yönetimi artık geride kalmıştır.”
Evet aynen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylediği gibi “yaptıkları sorgulanmayan, kerameti kendinden menkul bir devlet yönetimi” olamaz. Ancak talihsizlik o ki “Partimiz hukukun üstünlüğüne dayalı yönetim anlayışının teminatı olacaktır” ilkesiyle yola çıkan AK Parti, ne yazık ki bugün bu temel ilkeden feragat etmiş ve başka bir iklime doğru yol almaya başlamıştır.
İşte tam da bu yüzden Cumhurbaşkanının, “sorgulanabilir devlet” konusundaki son derece isabetli tespitleri tekrar tekrar dillendirilmeli ve Türkiye 2002 yılında AK Parti’nin kuruluş ilkelerinde yer alan “hukukun üstünlüğü”ne dayalı demokratik hukuk devletine geri dönmelidir.
Çünkü tarihsel tecrübelerden de biliyoruz ki sorgulanmayan, eleştiriden muaf tutulan devlet giderek otokratik hale gelir ve kapalı toplum kaçınılmaz olur. Maalesef kapalı toplumlarda mekanizma başka türlü işlemektedir. Ve doğal olarak böyle toplumlarda devlete yönelik sorgulamaların önünü kesmek için yeni düşmanlar yaratılarak “beka” meselesi üzerinden insanlar başka türlü motive edilmektedirler.
Bilindiği gibi ünlü İngiliz romancı George Orwell 1984 adlı romanında sıradan insanların bizzat tanıma ayrıcalığına sahip olmadığı ve zaman içinde de müttefiklerle sürekli yer değiştiren düşmanlara karşı savaşmakla motive olan bir toplumu anlatır. İşte her duruma göre yeniden icat edilen düşmana karşı savaşma hali ve sürekli ondan nefret etme içgüdüsü, bütün toplum kesimlerinde bitmek bilmeyen bir öfke, mücadele hırsı ve güçlü kalma sebebi yaratır. Dolayısıyla insanlar, hiç bitmeyen bir düşman tanımı üzerinden “güçlü devlet” büyüsüyle motive edilirler.
Bu bitmek tükenmek bilmeyen düşmanlara karşı sürekli tetikte olma hali, aynı zamanda devletin her türlü güç kullanma hakkını meşrulaştırmanın da en önemli aracıdır. Dolayısıyla devlet ne kadar çok düşman yener ve yeni düşmanlara yönelirse ya da ne kadar çok yüksek sesle konuşarak etrafa korku salarsa, halk da kendini o kadar güçlü, haklı ve mutlu hisseder.
Tarihsel süreç içinde yaşanan tecrübeler göstermiştir ki; devlet sürekli düşmanlar yaratır, toplumu sürekli gerilim hattında tutmaktan hoşlanır ve öfke dozu yüksek bu nefretin yarattığı enerjiden beslenir. Tabi ki bu düşman yaratma politikalarının ürettiği en tehlikeli sonuç; devleti yönetenlere insan hakları ve özgürlükleri zapturapt altına alma ve muhalif sesleri susturma hakkı vermiş olmasıdır. Ve doğal olarak böyle bir toplumda iktidarların denetlenmesi, sorgulanması asla mümkün olmamaktadır.
Çağdaş dünyadaki örnekler göstermiştir ki sorgulanabilen, denetlenebilen devletler ancak demokratik hukuk devleti özelliği kazanabilirler. Ve en önemlisi de hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı gibi evrensel prensipler üzerine inşa edilen devletlerin hakim olduğu toplumlar ancak “açık toplum” olma vasfına sahiptirler. Karl Popper’e göre de devlet, “sihirli güçlere karşı boynu bükük kabileci veya kapalı toplumdan insanın eleştirme yetilerini serbest bırakan açık topluma geçişte” aracı olmalıdır.” (1)
İngiliz siyaset felsefecisi Thomas Hobbes’un devletin örgütlenmesi konusundaki görüşleri de son derece dikkat çekicidir. Hobbes’a göre devletin amacı bireysel güvenliktir ve devlet sağladığı adil ortamla doğal insanın içindeki kibir, öç alma, savaş çıkarma halini engelleyerek kaosun olmadığı, güvenli, adil bir toplum yaratır. (2)
1-Karl Popper, Açık Toplum ve Düşmanları Cilt 1: Platon, Remzi Kitabevi, s.17.
2- Thomas Hobbes, Leviathan veya Bir Din ve ay Dünya Devletinin İçeriği, Biçimi ve Kudreti, Yapı Kredi Yayınları, s.127