İktidarın sosyal medyayı kontrol etmek amacıyla hazırladığı sansür niteliğindeki kanun teklifi önümüzdeki günlerde Meclis genel kuruluna gelecek.
Teklifin komisyondan geçen 29. Maddesinde öylesine muğlak ifadeler var ki bu maddedeki “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” ifadesine dayanarak en küçük eleştiride bulunan kişileri mahkum edebilir, bu bilgileri yayımlayan internet sitelerini rahatlıkla kapatabilirsiniz.
Mesela, yarın yasa yürürlüğe girdiğinde yolsuzluk haberi yapanların, ekonomi kötüye gidiyor diyenlerin ya da iktidarı bir şekilde eleştirenlerin “halkı yanıltıcı bilgi yayıyor” diye yargılanmayacağının bir garantisi var mı? Elbette yok, çünkü bu yasa özü itibariyle eleştirilerden bunalan iktidarın elinin ne kadar ağır olduğunu göstermeyi amaçlıyor.
Doğrusu iktidarın ‘sansür’ yasası çıkarmaya bu kadar heveslenmesini görünce, tarihimizde ‘sansürcü padişah’ olarak anılan Abdülhamid’in basına yönelik uygulamalarını hatırlamamak mümkün değil.
Aslında Abdülhamid özü itibariyle modernist, Batıcı ve kalkınmacı bir padişah… Ülkenin imarı yönünde ciddi adımlar atmış, Osmanlı’nın dağılmasını önlemek için gayret sarf etmiştir. Bugün özellikle İslamcı kesimlerin “Cennet mekan Abdülhamid Han” olarak tanımladıkları Abdülhamid, aynı zamanda Türkiye’ye ilk Verdi operasını getiren bir padişahtır.
Ancak tahta çıkış döneminin şartları, onun ‘istibdat’ yönetiminde karar kılmasına yol açmıştır.
Mesela tahta çıkmadan önce ülkeyi meşrutiyetle yöneteceği yolunda “senet” vermiş olmasına rağmen, saltanatının ilk dönemlerinde verdiği söze ancak bir süre sadık kalabilmiştir. Nitekim tahta geçtikten dört ay sonra, 23 Aralık 1876’da, Türkiye’nin ilk anayasası diyebileceğimiz Kanun-i Esasi‘yi ilan etmiş,19 Mart 1877’de de Meclis-i Mebusan’ın toplanmasını sağlamıştır.
Ne var ki kısa bir süre sonra başka bir kişiliğe bürünmüş, önce Kanun-i Esasi’nin verdiği yetkiye dayanarak Meclisi kapatmış ve sonrasında otoriter bir sürece evrilmiştir. Abdülhamid’in bu yeni dönemiyle birlikte evleri basmak, kişileri sürmek, gazeteleri kapatmak, toplantıları ve belirli sözcükleri yasaklamak ve benzeri eylemlerle yıllarca süren bir baskı rejimi ortaya çıkmıştır.
Abdülhamid, 1895’te hazırlattığı “Matbaalar Nizamnamesi” ile “Türkiye’de basılacak bütün dini kitaplar, risaleler, bilimsel ve edebi her çeşit basılı şeyler, siyasetle ilgili olmayan süreli risaleler, resim, levha, madalya ve armalarla Türkiye’ye girecek yabancı basının içeriğinin sakıncalı olup olmadığının gümrük ve postanelerdeki özel memurlar tarafından kestirilemeyen kitap vesairenin incelenmesi”ni sağlayacak mekanizmayı oluşturarak basılı olan her şeyi denetim altına almıştır.
Ünlü romancımız Halit Ziya Uşaklıgil, “Kırk Yıl” adıyla yayımlanan anılarında o dönemin sansürünü sansürü şöyle anlatır:
“Günden güne değinilemeyecek konuların ve kalemin ucuna geldikçe atılacak sözcüklerin, hele ne türden olursa olsun saraya, yönetime, olup bitenlere işaret denebilecek sözlerin sayısı arta arda öyle bir toplama çıkmıştır ki, basın alanı artık içinde dolaşılamayacak kadar daralmış, kullanılabilecek sözcüklerin dili, ilkel bir kavramın dili kadar küçülmüştü. ‘Hürriyet, vatan, millet, zulüm, adalet’ gibi elli, yüz sözcük ile başlayan yasak sözcüklerin gün geçtikçe toplamı kabaran yeni kovulmuş eşlerini öğrenmeli ve bunları her zaman hatırda tutarak, kalemin ucuna geldikçe pis bir böcek gibi fırlatıp atmalıydınız.”
Kuşkusuz demokrasinin standartlarının arttığı, özgürlük alanlarının genişlediği bir dünyada, Türkiye yüz elli yıl önceki Abdülhamit döneminin ‘istibdat’çı uygulamalarına geri dönmeyecektir. Bu dünyanın gidişatına da eşyanın tabiatına da aykırıdır. Dolayısıyla AK Parti-MHP ortaklığının hazırladığı sansür yasasının ömrü de pek uzun olmayacaktır.
Cumhur İttifakı gerçekten zor durumda olmalı ki en azından seçimlere kadar iktidar eleştirisi yapanlara, sesini yükseltenlere karşı sert bir mıntıka temizliği yürütmekte kararlı gözüküyor.
Öyle anlaşılıyor ki yeni Sosyal Medya yasasıyla birlikte artık insanlar sadece birbirleriyle fısıldaşarak konuşma özgürlüğünü sonuna dek kullanabilecekler, bu konuda bir sorun yok hamdolsun…