Reform, yine reform, yeniden reform, sürekli reform. Çağ öyle bir hızla, öylesine dinamiklerle sürükleniyor ki, eğer anlık hamle yapamıyor, ayak uyduramıyor veya birazcık geride kalıyorsanız, alabora oluyor, teslim bayrağını çekiyorsunuz demektir...
Statükoya karşı mücadele etmek; reform yapmak... Bütün hükümetlerin rüyası...
2002’den bu yana iktidarda olan hareket, bu anlayışla her alanda müthiş mesafeler aldı... Reformist yapı o kadar güçlendi ki, statükoyu ezdi geçti.
***
“istemezükçü” anlayış, fırsat bulup kafayı kaldırsa, hemen yeni bir reformla kabuğuna çekiliyor, mağlubiyet üzerine mağlubiyet alıyordu...
Ancak ne yaparsanız yapın, devletin dehlizlerine, hatta bütün kurumlarına çöreklenmiş yapı, ummadığınız bir yerden çıkar, beklenmedik bir anda sahne alır ve sizi en zayıf anınızda, teslim alabilir, yıkabilir veya savunmaya geçmenize neden olabilir...
O sinsi hareket, birazcık tökezlediğinizde hemen küllerinden doğar bir anda başta bürokratlar, nihayetinde rantiyeciler eliyle sizleri esir alır...
***
Biz 2002 sürecinden sonra Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü, ilgili bakanlıklar ve devlet kurumları, Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi, valilikler, belediyeler, TSYD, federasyonlar, kulüpler, üniversiteler, sivil toplum örgütleri, gençlik federasyonları ve dernekleri, Amatör Spor Kulüpleri hülasa spora katkıda bulunabilecek herkesle “kavgalı” bir yapıyı yıkmış, hepsiyle bir ekip olmayı başarabilmiştik...
Hepsiyle iş birliği yapan, ortak aklı önplana alan, birlikte üreten, çalışan, sonuçlandıran, başarıyı paylaşan kocaman bir takımı, gençliğimizin ve sporumuzun hizmetine sunmuştuk...
Çoğu kurum ve kuruluşla, her alanda o kadar bütünleşme sağlamıştık ki, birebir çalışıp projeler üretir hale getirmiştik... Bu anlayışın, dün de gerekliydi, bugün de sürmesi, yarın da, devam etmesi gerekir...
***
Özellikle de federasyon başkanlarını, kulüp başkanlarını, yöneticileri, antrenörleri, hocaları bir “dava arkadaşı’’ olarak görmek lazım...
Asla, “biz ve onlar” dememek lazım. Kurumsal taassuptan kesinlikle uzak olmak lazım.
“En iyisini biz biliriz” veya “zaten yeterliyiz”, “onlar ne anlarlar ki”, “şovdan başka bir şey de bilmiyorlar”, “başarıyı niye paylaşayım ki”, “ben yapıyorum, onlara niye hava attırayım ki” kaygılarıyla yapılacak uygulamalar, ancak “küçük olsun, benim olsun” anlayışının ürünüdür...
Aslında küçük de olmuyor ve onun da olmuyor ama ne yazık ki zavallı mahlük, kendini böyle avutuyor.
***
Federasyonlar, kulüpler, yerel yönetimler, STK’lar, yeter ki bize sporcu yetiştirsin, spor akademili gençleri istihdam etsin, yeni yeni branşlar açarak olimpiyatlarda derece alacak şampiyonlar üretsin...
Spor okulları açsın, gençleri sokaktan ve zararlı alışkanlıklardan, tehlikeli ortamlardan kurtarsın.
Bunun için de en kıymetli arazilerimizi bile federasyonlara, kulüplere veya spor tesisi yapacak girişimcilere devretmekten asla imtina
etmemek lazım...
Kulüplerin transferlere harcadıkları paraları “çarçur” olmuş görebilirsiniz ama tesisler hep kalıcıdır, nesiller boyu hizmet edecektir...
***
Bazı kulüplerimizin, devlete hiç yük olmadan stadyum, spor salonları, yüzme havuzları, sosyal tesis ve antrenman sahaları gibi sayısız eseri gençliğimize kazandırması, bu konuda en güzel örnektir...
Pek çok kulübümüzün hayata geçirdiği projeler alkış alacak cinstendir.
Bütün bunlara İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Bursa ve özellikle de Kayseri Büyükşehir Belediyemiz ile pek çok il ve ilçe yerel yönetimlerimizin, il özel idarelerimizin, üniversitelerimizin hizmete sunduğu tesisleri de ekleyebilirsiniz...
Bu açıdan özellikle Mehmet Özhaseki ve Menderes Türel isimleri, alkışı en çok hakedenlerdir.
Aslında bu tesisler, sadece o yöre ve kulüplerin değil, milli takımlarımızın diğer kulüplerimizin, amatör branşların ve uluslararası organizasyonları yaptığımızda ülkemize lazım olan mekanlardır ve direkt devletin de hizmetindedir...
***
Devlet, bu dönemde hükumetimizin büyük çabasıyla TBMM’den, bütün partilerin desteğiyle, çokça kanun çıkarmış ve Türkiye’mizin her tarafında, en kıymetli arazilerini sporun hizmetine sunmuştur.
Gençlerbirliği ve Ankaragücü’ne kanunla devredilen ve yıllardır futbolcu fabrikası olarak görev ifa eden AOÇ arazisindeki modern tesisler, en önemli göstergelerdir.
Yeni stadlarımız, kulüplerimizin yaptırdığı kamp eğitim tesisleri ve idman sahaları, amatör branşların ve engellilerin kullandığı alanlar da bunun sonucudur..
Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’nün mülkü arazilerin yanısıra bakanlıklararası arsa takasları, Milli Emlak, Orman Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile yapılan protokollerle elde edilen alanlarda müthiş tesisler yapıldı.
***
Devlet veya hükumet, bir söz verdiği zaman bunu yerine getirir, getirdi de... Eğer bir yanlış görürse el koyar veya suçluları adalete teslim eder, bu da hakkı, yetkisi ve görevi...
Ama “rant”ı yüksek diye bir arazi spor alanından çıkarılıp amatörlerin elindenalınmaz, gençler de kapıdışarı edilmez.
Kulüplerin ticari alanlar oluşturması, yeni kaynaklar bulması ve bunu gençliğimiz lehine harcaması, kişilere bağımlı olmaktan kurtarması, vergisini ödeyen müesseseler haline gelmesi zaten en ideali....
***
2008’de çıkan “devlet sporcu”luğu kanunun hala uygulanmıyor olması veya, kişilere göre davranılması, başlıbaşına bir zaafiyettir, bütün reformlardan ricat edilmesidir.
Başta merhum Sinan Şamil Sam olmak üzere hak eden pek çok şampiyonun şeref aylığının bağlanmamış olması, ailesi ve çocuklarının sefil bir hayata mahkum edilmesi, sporcu ödüllerinin azaltılması ve bitmeyen mağduriyetler, ‘’sosyal devlet’’ ile hiç bağdaşmamaktadır...
2011’den sonraki süreçte özerkliğinin sadece kağıt üzerinde kalması, seçimlerin amacından saptırılması, başarılı federasyon başkanlarının zorlama cezalarla tasfiyesi, ne yazık ki sporun da, başarının da hızını kesti...
Hiç bir başarısı olmadığı halde, yaranma sanatını kullan liyakatsiz isimlerin kurduğu derebeyliklerden ya yerinde sayma, ya gerileme, nihayetinde de yokolma beklenir, Türkiye’miz bir şey kazanmaz.
***
Devletin parasını koruduklarını zannedenler Türkiye’yi uluslararası müsabakalarda ve olimpiyatlarda başarısızlığa mahkum ederler. İmkanları sporculardan, federasyonlardan ve kulüplerden “kıskanmak” övünülebilecek bir olay değildir.
Bu sorumsuzluğu sergileyenlere, kesinlikle kanunlara uymadıkları için mutlaka yargılanma ve re’sen hesap verme zarureti doğuracaktır.
Onca reformdan sonra geriye dönüşler çok hazindi ve hala ağırlıklı olarak yanlışlara devam ediliyor...
Sayın Cumhurbaşkanı’mızın en çok şikayet ettiği “bürokratik oligarşi” hortlamaya devam ediyor ve sporda komünizm(!) pek çok alanda varlığını koruyor.
Doğru olan reform, daha fazla reform, sürekli reform... Vazgeçilmez olan yenilik, gelişim, dönüşüm, nihayetinde zirve... Doğruya dönüş lütfen...