Türkiye’nin gerçek bir spor klasiğidir Avrasya Maratonu… Adını Avrupa-Asya kıtalarının kısaltılmasından alır… Avrupa’dan Asya’ya diye planlanmış olsa da, Asya’dan başlayıp Avrupa’ya koşulur…
Ancak her haliyle de iki kıta arasında koşulan dünyada tek yarıştır, Asya’yla Avrupa’yı birbirine bağlar. Doğu’yla Batı’yı birleştirir, adeta dünyanın farklı güçlerini dostluk köprüsüyle bütünleştirir… Barışa büyük katkı sağlar..
***
Dolayısıyla bu ülkenin sahip olduğu en büyük kıymetlerden biridir İstanbul Maratonu… Büyülttükçe büyültülmeli, dünyanın en çok ses getiren yarışı haline getirilmeli…
Avrasya’nın değişmeyen klasikleri var. Birincisi güzergahı, ikincisi de kazananın Afrikalılar olması… Gerçi uzun mesafelerin kaçınılmaz galibidir Afrikalılar ve dünyada maratonların büyük kısmına imzasını atarlar…
MARATON, AFRİKALILARIN KAZANDIĞI BİR YARIŞTIR
İşte 44. İstanbul Maratonu toplam 60 bin kişinin katılımıyla koşulurken yarışı erkeklerde Kenyalı atlet Robert Kipkemboi, parkur rekoru kırarak kazandı. Kadınlarda ise Etiyopyalı atlet Sechale Dalasa birinci oldu.
Geçtiğimiz yıl da Ugandalı Victor Kiplangat kazanmış, bugünkü şampiyon 2:10:23 derecesiyle Kenyalı Robert Kipkemboi ikinci olmuştu. Ugandalı Solomon Mutai üçüncüydü.
Kadınlarda da Kenyalı Sheila Jerotich birinci, yine Kenyalı Jackline Chepngeno ikinci, Etiyopyalı Ayantu Abdi üçüncü olmuştu…
***
Yani maraton düzenliyorsanız ilk 3’er dereceyi Afrikalılara vermek ve 20 bin dolarları onlara ödemeyi göze almalısınız…
Çok istisnalar dışında ülkenize damlasını akıtamazsınız…. Helali hoş olsun… Sonuna kadar hakkediyorlar… Siyahi atletlerin kırdığı bir rekoru yine siyahiler geliştirebiliyor, kırabiliyor…
İyi ki Afrikalılar veya Batı’da doğan Afrika orijinliler var da olimpiyatlarda, Dünya ve Avrupa şampiyonalarında rekorlarla tanışıyor, çok çekişmeli geçen büyük heyecanlar yaşıyoruz…
UZUN MESAFE KOŞMAK
Spor, hele de maraton, uzun soluklu bir yoldur, bol sabır gerekir... Sonunda; eza vardır, cefa vardır, fedakârlık vardır, alın teri vardır... Galibiyetiyle mağlubiyeti, zaferle hezimeti iç içedir...
Coşkunun da felaketin de sızabildiği bir alandır ama sonu, hep başarıdır, alkıştır, kupadır, madalyadır, kürsüdür, ödüldür, prestijdir, paradır...
Ruhuna uygun davranırsanız ve fairplayi içinize iyice sindirirseniz, kaybedeni yoktur, kazananı çoktur...
***
Bunların en önemlilerinden birisi de atletizm branşıdır ve hayata dair hep derslik olanı da maraton koşusudur...
Dünyada tanınan ismiyle İstanbul Maratonu, eski bilinen adıyla Avrasya Maratonu da bunu ifade eder...
“Sevgiye, dostluğa, barışa” sloganı, sokak çocukları, depremzedeler, şehitler için mesajları, hep toplumsal bilinç içindir ve dünyaya mesaj verir...
42 km 195 metrelik mesafenin anlamı, hiç durmadan, en erken 2 saat 5 dakikada biten, yaklaşık 4 saatte tamamlanan, İstanbul trafiğinin de 42 km’lik büyük bir bölümünü ve bağlantı yollarını günlük hayata kapatmayı, spora tahsis etmeyi ifade eder...
DOĞU’YLA BATI’YI BARIŞTIRMAK
Maratoncular, yarış boyunca ortalama 4 ila 6 kilo verir atletler, yılda da en fazla 2 maraton koşabilirler...
Koşacağı ülkeyi, şehri, iklimi, zemini, güzergahı, eğimini veya dereceye girip giremeyeceğini, rekor kırıp kıramayacağını, Olimpiyat barajını aşıp aşamayacağını, sağlık sıkıntısı yaşayıp yaşamayacağını, tabii ki de bunu başarıya ve ödüle tahvil edip edemeyeceğini hesaba katmak zorunda...
Zor bir karardır, atletlerin maraton tercihleri... Düz ve ılık parkurda 2.05 koşabilen bir maratoncu; yokuşu fazla, nemi yüksek bir güzergâhta 2.20’ye bile düşebilir ve Olimpiyat dışı kalabilir...
***
1979’da başlayan İstanbul Maratonu’nda, yıllar içinde parkur değişikliği ve özellikle de iki köprüden de geçsin dayatması arayıştı, ancak şimdi en ideali yakalanmış gibi... Tek şart iki kıta arasında koşulması...
Bu sebeple de en elit maratoncuların da gelip koştuğu ve derecenin de ideal maraton seviyesine yaklaştığı bir parkur İstanbul...
Başlarda 300’lerle başlayıp daha sonra binlere, on binlere varan katılımcı sayısı, bugün yüz binlerle koşulan bir büyük şölene dönüştü...
1998’DE 200 BİN KİŞİ KOŞMUŞTU
200 bin kişiyle en büyük katılımın sağlandığı 1998 yılıyla her halde bütün dünya tarihine geçen en önemli spor olaylarından biridir İstanbul Maratonu...
Başlarda yolların kapanmasına ve trafiğin aksamasına çok tepki gösteren halkımız da spor kültürünün oluşmasıyla, gerekliliğine inanmasıyla, ya bizzat katılarak ya da keyfini çıkararak bunu bir eğlence gibi algılamaya başlamasıyla bunu benimsedi ve sahiplendi...
İstanbul Maratonu, Türkiye’de bile medyanın ilgi göstermediği, spor sayfalarının içinde küçücük geçiştirildiği bir haber olmaktan çıkarılmış, ana haber ve manşetlerle, ülkenin başlı başına gündemini belirleyen bir olay haline gelmiş durumda...
1995’te TRT’den ilk canlı yayın gerçekleştirildikten sonra, 1996’da Eurosport’tan tüm dünyaya naklen yayınlanması, bir dönüm noktasıdır...
Bu, Türkiye’den canlı yayınlanan ilk spor organizasyonuydu...
İstanbul Maratonu, daha da büyüdü... Maraton Fuarı’nın gittikçe gelişmesi, Atletizm Salonu’na sığmayıp Sinan Erdem’e de taşması, gelinen noktayı göstermesi açısından önemlidir...
***
Halkımızın ve gençlerimizin akın akın koşması, yabancıların da itibar etmesi, bunun en büyük ifadesidir...
Hele de atletizm kültürünün gelişmesinde, Türkiye’nin, baştan başa spor ülkesi olması yolunda aşının tuttuğunun en büyük göstergesi...
Türkiye, sporda uzun bir süre kat etti, en güçlü ülkelere yetişmesi için daha uzun bir süresi de var ve bu yolu kat etmek zorunda...
YABANCI HAKEM DÜNYANIN SONU DEĞİL
Yıllardır bitmeyen bir tartışma yabancı hakem konusu… Her sezon gündeme gelir ama hiç gerçekleşmez… Şimdi yine ciddi ciddi tartışılıyor…
Keşke uygulansa da bir görsek… Hakemlerimiz de rahat etse… Bu ağır yükün stresinden belki kurtulurlar da normale dönerler… Üzerlerindeki baskı azalır, gerçek kimlikleriyle düdük çalarlar…
***
Kabul etmek lazım, hakemlerimizin idare ettiği futbolun liglerinde her türlü sonuca açık olmak lazım...
Netice itibarıyla hakemlerimiz, aynı hakemler ve en ünlüsünden en cesuruna hepsi de daha ilk haftadan tartışmaların odağına oturtulmuşken...
Başlanmamış 33 haftada da hep günah keçisi haline getirilecekken... Anlayacağınız bu yıl da farklı olmuyor, federasyonla yatıp hakemlerle kalkıyoruz....
***
İster sahada, ister “var”da… Hakem okuyor, hakem konuşuyor, hakem yargılıyor, hakem infaz ediyoruz…
Skandalları tartışıp haksızlıkları konuşuyoruz, şiddeti tırmandırıp, dikkatleri oraya çeviriyoruz ve bolca suça şahit olup futbolun seyir zevkini yine tadamıyoruz…
O zaman tek yol kalıyor, yabancı hakem getirmek… Asla dünyanın sonu olmaz… Nasıl ki futbolcunun en yeteneklileri varken yabancı getiriliyor, hocaların alası bizdeyken yabancıdan medet umuluyor, bir de yabancı düdkleri görelim de rahat edelim…
CİMNASTİĞİN “ASİL” ÇOCUĞU
Suat Çelen yönetimindeki jimnastikte bambaşka bir dönem yaşıyoruz… Kabuğumuzu kırdık, gümbür gümbür geliyoruz.
Önce İbrahim Çolak sahne aldı, ilk dünya şampiyonluğunu Türkiye’ye kazandırdı…
Şimdi de başka bir genç kürsüye çıkıp altın madalya kazandı… İşte son imparator: Adem Asil Dünya Şampiyonu…
***
Liverpool’daki Artistik Cimnastik Dünya Şampiyonası’nda Adem Asil halka aleti finalinde 14.933 derecesi ile altın madalya kazandı.
Böylece 2019’da İbrahim Çolak’tan sonra Türk cimnastik tarihimizdeki ikinci dünya şampiyonluğumuzu elde ettik.
Adem Asil, halka aletinde 14.933 puanla altın madalya kazandı.
***
2019’da ilk altın madalya, Almanya’nın Stuttgart kentindeki Artistik Cimnastik Dünya Şampiyonası’nda kazanılmıştı.
Halkada İbrahim Çolak, 14.933’lük derecesiyle şampiyon olurken, cimnastikte büyüklerde altın madalya kazanan ilk Türk sporcu olarak tarihe geçmişti….
Tebrikler Adem Asil’e, ailesine, hocaları, yöneticileri, federasyon ve kulübüne… Darısı diğer sporcularımıza ve 2024 Paris Olimpiyatları’na…