Biraz da özeleştiri yapmak gerek. Biz gazeteciler herkesi eleştirme hakkını kendimizde görürüz…
Bazen ölçüyü o kadar kaçırırız ki, aklınıza gelen pek çok ihlali bir cümlede hülasa ederiz…Bazen insaf çizgisini aşar, direkt bombardıman ederiz…
Zaman zaman ayarları kaçırır, suç teşkil eden ifadeler de kullanırız…
***
“Sert eleştiri” sınırlarını aşıp hakaret içeren kelimelere de yer veririz… Kendimizi haklı çıkarmak için yalana da başvururuz…
Bazen da öyle zaman gelir ki bilerek şantaj haberciliğini bile kendinde hak gören medya kuruluşlarına rastlarız…
Karşı tarafın cevap veremeyeceğini bile bile başvurulan bu yöntemin tasvip edilir tarafı yok…
Ancak ülkemizde de zaman zaman şahit olduğumuz çok örneği var bu yayıncılığın…
***
Elindeki kalemi kurşun gibi silah olarak kullanan gazeteci tipleri, gazete sahipleri, medya kuruluşları en çirkin örneklerin mümessili olurlar…
Yetmez, elinde copu olan polis içindeki bazı unsurlar, bunu bir caydırıcı unsur olarak değil, bir işkence aracına dönüştürür…
Tankı, tüfeği topu olan askerler de, milletin silahını millete çevirir, darbe yapar, siyasileri hapse atar, gazetecileri susturur, gençleri de sallandırır…
Gazetecilik de, kolluk gücü de, askerlik de bu hiç değil… Anormal dönemlerin anormallikleri bunlar…
***
Elindeki gücü alabildiğine kötüye kullanmanın yanlış ama yaygın örnekleri…
Biz bugün, bu sıradışılıkları değil de günlük popülist yaklaşımları değerlendireceğiz…
Meslektaşlarımızın değişen şartlara göre yorum yapabildiklerini ve bunun da sakıncalarını belirteceğiz…
Her şeyi eleştiren kalemler, biraz da mürekkeplerinin adaletini sorgulamalı, özeleştirisini yapmalı...
TANK DA, KALEM DE SİLAH DEĞİLDİR
Değerlerimizin kıymetini bilelim; çıkış ve inişlerin gölgesinde yorumculuk yapmayalım. Yoksa ‘ters köşe’ olmaya devam ederiz.
Yıllardır sporumuzdaki yönetici zaafiyetlerini söyler dururuz, yazıp çizeriz...
Ancak ‘’Biraz da kendinize bakın’’ diyenlere de verecek cevabımız olmalı... ‘Çuvaldız’ı başkasına batırırken iyi de biraz da ‘iğne’yi kendimize batıralım... Yani sözü meslektaşlarımıza getirmek istiyoruz...
Sözümüz; eleştiri dozunu ayarlayabilen insanlara değil... Tabelaya bakarak ‘not’lar veren ‘skoru’ ön planda tutarak eleştiri yapan yazar çizerlerimize...
***
Mesela Trabzonspor, F. Bahçe’yi yenince Abdullah Avcı’ya ofsayt kilidini çözen adam muamelesi yapıldı, abartılı bir şekilde övüldü…
Farklı Karagümrük mağlubiyetinden sonra ise 3 gün önceki övgüler unutuldu, hoca tartışılan adam olmaya başladı…
Halbuki Abdullah Avcı, şampiyon takımın, şampiyon hocasıydı… Neticede bir futbol takımını çalıştırıyor… Galibiyetler kadar mağlubiyetler de alacak…
Sezon başından beri göklere çıkarılan F. Bahçe’nin hocası Jorge Jesus, Trabzonspor mağlubiyetinden sonra biraz homurdanmalara yol açtı…
3 gün sonraki Hatay maçıyla, yeniden güven tazeledi…
LÖW, DEL BOSQUE, ARAGONES’LERİ BİLE KOVDUK
Tabii ki, hocaların çalıştırma biçimi, antrenman şekli, futbolcu tercihleri, taktik varyasyonları, oyunu okuma, futbol bilgi ve zekası, medya ve futbolun bütün unsurlarıyla kurduğu veya kuramadığı iletişimi değerlendirilecek, övülecek veya eleştirilecek… Gazetecinin görevi bu…
Ancak dün başka, bu gün başka, sabah başka akşam başka, galibiyette başka hezimette bambaşka şeyler söylerken de tutarlı olunmalı, sözler ve yazılar çelişmemeli…
Bizimkiler bu hatayı çok yapıyor… Bunu futbolculara, yöneticilere karşı da böyle yapıyor… Taraftarı da yanlış yönlendiriyor, kamuoyunu da olumsuz etkiliyor…
***
Ya dün bu işte bir yanlışlık vardı ya bugün... Halbuki hiçbiri değil...
Sıfırdan bir takım kurulduğunda, başına da yeni hoca getirildiğinde adettendir biraz zaman tanınır...
Tıpkı Almanya’nın başında ‘dünya şampiyonluğu’ apoleti takmış olan Löw’e vaktiyle F. Bahçe’nin başındayken yaptığımız gibi...
***
Veya ülkemize ‘Avrupa şampiyonu’ İspanya’nın hocası olarak gelip de şaşkına çevirip gönderdiğimiz Aragones’in yaşadığı dram gibi...
Beşiktaş’tan yaka paça gönderilip rencide edilen ama gittiği İspanya’yı dünya ve Avrupa şampiyonu yapan Del Bosque gibi…
Tabii diğer gaza gelmeyip hocasına sahip çıkan kulüpleri ve yönetimlerini tebrik etmek lazım...
EFSANELERE YAPTIĞIMIZI GENÇ HOCALARA YAPMAYALIM
Yılların efsaneleri Mustafa Denizli, Fatih Terim, Şenol Güneş gibi, ülkemize en büyük başarıları yaşatan değerlerin, zaman zaman ne kadar çok hırpalandığını kendi gözlerimizle görmedik mi?…
70 yıllık “efsanelere bakış, bırakın yılı, sezonu, devreyi, 90 dakikada nasıl bu kadar değişebilir?...
***
Türkiye’de ‘her şeyi, bütün değerleri, bu kadar eleştiren kalemler, biraz da mürekkeplerinin adaletini sorgulamalı bizce... Özeleştiri yapmalı…
Hiçbir hocanın şapkasından tavşan çıkarmayı kimse beklemesin, hocalarımıza da sabretmeyi öğrensin...
***
Ligimizde çok genç hocalar var.Hepsi de yürekten konuşuyor... Samimidirler, tertemiz duygularla seslerini gür bir şekilde ifade etmelerine ve icraatlarını anlatmalarına fırsat verilmeli, onlara saygı duyulmalı...
Kimse en ufak bir tökezlemede onlara ve genç futbolculara kızmasın ve ayıplamasın...
Gerçeklere sırt çevirerek veya doğruları sümenaltı ederek bir yere varılmaz. Bazan da hoşgörü gerekir…
ŞİDDET YASASI MEDYAYI DA KAPSAR
Pek çok hocanın kellesini aldık, halbuki, yeşeren fidanları biçtik, olabilecek pek çok değerimizi tükettik, bu kadar büyük beşeri sermayemize rağmen neticede yabancılara mahkûm olduk…
Efsanelerimizi daha büyültüp Avrupa’ya pazarlasak, yenilerini yetiştirip piyasaya sürsek ve insan ihracatından da büyük paralar kazansak fena mı olur?..
Bunun için de her meyvenin olgunlaşması için biraz daha sabretsek olmaz mı?
İnşallah bize ders olur ve mağdurlara yeni ‘mağdur’lar eklemeyiz... Gelenlere zaman tanırız...
***
Futbol bir ‘oyun’dur... Kitleleri peşinden sürükleyen; milyonları, milyarları meşgul eden ve büyük bir ekonomisi olan spor...
Herkes bilmeli ki, Şenol Güneş de, Mustafa Denizli de, Fatih Terim de, Yılmaz Vural da Ünal Karaman da, Hikmet Karaman da Rıza Çalımbay da, Jorge Jesus da, yenilerden Okan Buruk da, Nuri Şahin de, Emre Belözoğlu da, diğerleri de günlük sonuçlarla değeri asla tartışılamayacak isimlerdir...
***
Popülist düşüncelerle yaptığımız değerlendirmelerin mağduru sadece hocalar ve futbolcular olmuyor...
Taraftarın önüne atılan, ‘hedef tahtası’ yapılan yönetimler de isteyerek veya istemeden ‘hoca kıyımı’ yapıyor...
Değerlerimizin kıymetini bilelim; çıkış ve inişlerin gölgesinde yorumculuk yapmayalım.
Unutulmamalı ki, Şiddetle Mücadele Yasası, sadece yönetici, hoca, futbolcu ve taraftarları sorumlu tutmuyor, medya mensuplarını da kapsıyor…
Yoksa hep en çok tartışılanlar arasında olmaya devam ederiz.