1994’te, pek çok belediye gibi, iki büyük şehir, İstanbul ve Ankara’yı da “Refah Partisi” adayları kazanmıştı.
İstanbul’da Recep Tayyip Erdoğan, Ankara’da Melih Gökçek, başkan oldu. Her iki başkan da sporu çok seviyordu...
Tabii ki de yönetecekleri metropollerin nüfusunun büyük bir kısmı genç kuşak. Mutlak yeni mekanlar, imkanlar, fırsatlar, projeler, destekler gerekiyordu...
***
Bir pazar günü İBB’nin Saraçhane’deki binası, başkanlık makamında derin bir planlama...Konu, spor ve gençlik politikaları olunca, biz de Spor AŞ Genel Müdürü sıfatıyla ordayız.
Neler yapılabilir konuşuluyor ve her iki başkanın, başkanlıklarını üstlendikleri kulüpleri de var ve hangi branşta faaliyet yapacakları konuşuluyor... Futbol branşı her ikisinde de mevcüt, üstelik de 2. Lig’deler...
“Atletizm, voleybol, basketbol, masa tenisi, grekoromen güreş, tekvando, judo, karate bize, yani İstanbul BB’sine”, “Cimnastik, hentbol, serbest güreş... vs... size, yani Ankara BB’sine” diye bir paylaşım yapılıyor.
***
İstanbul ve Ankara, büyük bir yükü üzerine aldı sporda. Muhteşem tesisler yapıldı, gençlere iyi imkanlar ve spora büyük fırsatlar sunuldu...
Gerçekten de Türkiye’nin her tarafındaki RP’li belediyeler, gençlik ve spor faaliyetinde özellikle İstanbul BŞB’ni örnek alarak inanılmaz bir hizmet yarışına girdiler...
Başta, dünyayı kasıp kavuran Avrasya Maratonu olmak üzere uluslararası organizasyon ve yarışlar, sporcu fabrikaları gibi çalışan spor okulları, amatör branşları kalkındıracak branşlar, belediye imkanlarıyla müsabakalara taşımalar ve ülkemize, , özellikle de milli takımlara sunulan yetenekli gençler, uluslararası kriterlere uygun tesisler, seferber edilen ekipmanlar...
***
Neticede, ne F. Bahçe, ne G.Saray, ne Beşiktaş, ne de Trabzonspor, branş çeşitliliği, lisanslı sporcu sayısı ve tam bir gençlik ordusuyla Türkiye’nin en büyük kulübü İstanbul BŞB Spor Kulübü’ydü.
Biz bu ifadeyi Dört Büyük Kulübü’müzün başkanlarına hep söyledik.
Şöyle ki, 1994’te başlayan bu hareketlilik 2000 Sydney Olimpiyatları’na, özellikle İstanbul BŞB’nin mührünü vurdu.
Türkiye’nin aldığı 5 madalyanın 4’ünü judoda altın alan Hüseyin Özkan, güreşte altın kazanan Hamza Yerlikaya, tekvandoda gümüş alan Hamide Bıkçın Tosun ve güreşte bronz kazanan Adem Bereket’le, İstanbul BŞB sporcuları kazandırdı.
Sadece 1’i, halterimizin Naim’den sonraki diğer efsanesi Halil Mutlu’dan altın madalyayla gelmişti.
***
2002’de iktidara gelen Sayın Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki hareket, belediyeleri sporda daha etkin kılmak için çok ciddi bir seferberlik başlattı.
Kanuni düzenlemeler, hukuki altyapılar ve mevzuat çalışmalarıyla, çok verimli adımlar atıldı. Özellikle tesisleşme hamleleriyle, bütün Türkiye’yi, baştanbaşa spor ülkesi yapmak için kollar sıvandı.
Tesis altyapısını oluşturup uluslararası organizasyonlara evsahipliği yapmak ve spor kültürü oluşturmak, gençliği zararlı alışkanlıklardan korumak ve tabii ki, dünyanın en güzel ülkesinin tanıtımını yapmak gibi sayısız hedef vardı önümüzde...
***
Başvuruda bulunduğumuz organizasyonlardan biri Şampiyonlar Ligi finaliydi ve İstanbul’un evsahipliği kesinleşmişti.
“Dağbaşında maç mı olur?” yorumuyla, önyargıların hedefinde olan, yeterli yolu, otoparkı, güvenlik alanı, kavşakları ve çevre düzenlemesi olmayan Olimpiyat Stadı, evsahibi olacaktı.
Önce bu stadın yani tesisin hazırlanması, çevresiyle beraber, tabii ki başta güvenlik olarak organizasyona hazırlanması gerekiyordu.
Bunun için de Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü olarak TFF’nin yanısıra, devletin ilgili kurumlarıyla beraber İstanbul BŞB Başkanlığı ile de tam bir koordinasyona girmemiz gerekiyordu.
***
28 Mart 2004’te Kadir Topbaş, İstanbul’un yeni Başkanı seçilmişti. Henüz Ali Müfit Gürtuna’dan görevi devralmadan doğruca Beyoğlu Belediye Başkanlığı’na ziyarete giderek çalışmayı başlattık.
Yeni Başkan Topbaş’la ilk icraat olarak daha makamına oturmadan doğru Olimpiyat Stadı’na gittik, sahanın ortasında, ortak basın toplantısı yaptık.
Tam bir medya ordusu vardı, birlikte en iyi organizasyonu yapmak ve eksiksiz bir Olimpiyat Stadı hazırlamak için söz verdik.
Olimpiyat Hazırlık Düzenleme Kurulu’na olan borçlarına mahsuben harcamalarını da üstlendik, bütün araç gereci ve başarılı mühendis kadrosu ile personeli, stadı 25 Mayıs 2005’e hazırladı...
***
O dağbaşı denen yer, kısa zamanda, tanınmaz hale geldi. Çevre yolları, alternatifli güzergahlar, 15 bin kişilik otoparklar, çiçek gibi çevre düzenlemesi, yeni araç gereçle techiz edilen polisimizin müthiş operasyonuyla, olaysız, görkemli bir Şampiyonlar Ligi finali oynandı.
UEFA hayran kaldı, İngilizler’in kazandığı ve Liverpool-Milan arasında oynanan tarihin en başarılı finali gerçekleşti.
90 dakika berabere bitince biz Vali Muammer Güler, Başkan Kadir Topbaş, TMOK Başkanı Togay Bayatlı, dünya İstanbul’u yarım saat daha izleyecek diye tebrikleşiyor, seviniyorduk.
Tabii ki Başbakan Erdoğan İtalyan ve İngiliz misafirleriyle sohbet ediyor, dostu Berlusconi’yi teselli ediyordu...
***
Kadir Topbaş’la, biz İstanbul’daki her organizasyonda çok yakın çalıştık, birebir işbirliği yaptık. Formula 1’i, MOTO GP’yi, Dünya Basketbol ve Tenis Şampiyonası’nı, her türlü programı maddi manevi yükünü birlikte omuzlayarak gerçekleştirdik.
Bir organizasyon bitmeden öbürü başlıyor, yenisine aday oluyoruz ve başkanın heyecanı hiç bitmiyordu...
Bu işbirliğini “Dünyanın Başkenti İstanbul” dışında, pek çok pilot ilimizde uyguladık. Bütün il ve ilçelere yaydık. Sporun gelişmesi ve gençliğin yarınlara hazırlanmasında büyük çaba harcadık. Sporun kalkınmasında, gençliğin zararlı alışkanlıklardan ve şer güçlerin tuzaklarından korunmasında, belediyelere büyük görevler düşüyor.
***
Sadece Türkiye değil, dünyanın her tarafında, en kalkınmış ülkelerde bile sporun lokomotifi belediyelerdir...
Burada da Mehmet Özhaseki, Menderes Türel, Aziz Kocaoğlu gibi çok başarılı örnek belediye başkanlarımız oldu. Onları da sizlere zaman zaman anlatmaya çalışacağız. Bugün konumuz İstanbul’du, oradan başladık ve Kadir Topbaş’tan bahsettik.
İşte o Kadir Topbaş’ı toprağa verdik. Mekanı cennet olsun...