Yunanistan, Osmanlı Devletinden kopup bağımsız olduktan sonraki ilk günden itibaren, Hristiyan dünyasının desteğiyle, önce Osmanlı Devletinden toprak kazanmayı ardında da mümkünse yıkmayı amaçlamış bir devlettir.
Doğrusu Yunanistan, bu bilinçle oluşturduğu gerginlik politikaları ve temin ettiği dış desteklerle, topraklarını, Osmanlı’ya karşı sürekli olarak genişletmiştir; bu bir hakikattir.
İtalyan hükümeti 3 adet zırhlı gemi siparişi verip sadece ikisini alınca, elinde satamadığı bir zırhlı gemi kalan üretici şirket bu gemiyi satmak için Osmanlı Devletine müracaat eder fakat bu alışveriş sonlandırılamaz. Bu arada, araya giren Yunanistan, bir Osmanlı vatandaşı olan Averof’un verdiği bağışla bu zırhlı savaş gemisini 1909 yılında satın alır.
Bu zırhlı geminin desteğiyle, Yunan Donanması, Çanakkale boğazını, zaten çok çelimsiz ve demode olan Osmanlı donanmasına kapatarak bu donanmanın Ege Denizine açılmasını engeller.
Ardından da, Ege denizinde Osmanlı devletine ait bütün adaları, evet bütün adaları işgal eder; sonra da Selanik’i.
Türklere karşı nefret ve düşmanlık duyguları yatışmamış ve Büyük Yunanistan (Megali İdea) ideallerine hala inanan bir ulusun, başarısı ispatlanmış toprak kazanma yöntemlerinden vazgeçmesini beklemek gerçekçi midir?
DİDİŞEREK VE TAKIŞARAK BİRLİKTE YAŞAMAK
Yunanistan Balkan savaşından sonra iki kere stratejik hata yaptı ve ikisinde de toprak kaybetti: Birincisi Kurtuluş savaşından sonra savaş tazminatı olarak verdiği Gökçeada ve Bozcaada, ikincisi Kıbrıs’ta Enosis amaçlı yaptırdığı darbeden sonra, Türk ordusuna kaybettiği bugünkü KKTC toprakları.
Türkiye, kaybettiği toprakları geri kazanmak için meşru fırsatları isabetli bir şekilde kullanırken, Yunanistan, Türkiye’yi zayıflatma, Avrupa’lı ülkelerden uzaklaştırma ve dünya da yalnızlığa mahkûm etme politikaları güdüyor.
Yunanlıların korku, nefret ve düşmanlık duygularıyla, hamasi tarih anlayışları, onları çok kolay bir şekilde hata yapmaya itiyor. Doğrusunu söylemek gerekirse, Türklere zarar verme çalışmaları tamamen de etkisiz faaliyetler değil, baş ağrıtma ve zarar verme kapasitesi inkâr edilemez.
Gelmiş geçmiş Türk hükümetleri, her zaman bu olguları belirli ölçülerde dikkate almış ve yerinde bazı tedbirler almaya çalışmışlardır: Yunanistan’ı araçsallaştırarak “Haçlılık Duyguları”nı tatmin etmek isteyecek devletlere karşı, tedbir olarak, mesela, batılıların küresel (G20 & NATO) ve bölgesel organizasyonlarına (AET & KEİ & GB) katılmayı “makul çareler” olarak değerlendirmişlerdir.
Türkiye, Yunanistan yüzünden Batılı ülkelerle arasının açılmasını engellemeyi, temel güvenlik ve stratejik hedefi olarak görmüş ve gereğini yapmıştır. Doğrusu bu yaklaşıma tamamen katılıyor ve devamını diliyorum.
Türk ordusu ve diplomatik kadrolar, Yunanistan’ın oluşturduğu diplomatik saldırı ve askeri tehditler sayesinde sürekli diri ve teyakkuz durumunda kaldıkları için çok iyi yetişmektedirler, denilebilir.
Şimdiye kadar müttefiklerden temin edilecek silahlarda “yedi Yunanistan’a on Türkiye’ye” dengesi bu çalışkanlığın göstergelerindendir.
Şimdi bu dengeler tehlikede.
Çünkü geçmişte Amerika ve NATO’nun üsleri genellikle Türkiye’de konuşluyken, bugün daha çok sayıda ve daha işlevsel çok sayıda Amerikan üssü artık Yunanistan’dadır.
Dahası, S400’ün alınması bu dengeye, adeta tuz biber ekmiş ve Türkiye’nin F35 projesinden çıkarılması sonucu doğururken; Yunanistan’a F35 edinme fırsatı oluşturmuştur.
Üstelik bazı batılıların, dini bakış açılarından arındırılmış küresel bir dünya düzeni kurma ideali, yerini, kimlik politikalarıyla yoğrulmuş etnik ve bölgesel bir dünya düzeni algısına hızla terk ediyor, dünya hızla ve açıkça milliyetçileşerek değişiyor.
Yunanistan kendisini Hristiyanlığın, demokrasinin ve batılı değerlerin cephe ülkesi olarak sunarken Türkiye’yi de bu kavramların zıddı olarak etiketlemeye çalışıyor.
Velhasıl Yunanistan, Türkiye için belalı, çoğunlukla zararlı fakat uzun vade de faydalı da olabilecek bir komşudur.
Kritik ve belirleyici bir kader sorusu: Türk- Yunan ilişkileri önümüzdeki 30 yılda nasıl gelişecek?
Türkiye ve Yunanistan’ı, ekonomi ve toplumları esas alan bazı verileri mukayese ederek adım adım analiz edelim.
Tarihi Olgu: 1927 yılında yapılan ilk nüfus sayımında Türkiye’nin nüfusu, 13,6 milyondu. Aynı tarihlerde Yunanistan’ın nüfusu 6,5 milyonmuş yani neredeyse Türkiye’nin yarısı.
Veri 1) Bugün 85 milyona karşı 11 milyon.
Veri 2) Genç Nüfus: Bu farkın oluşması çok önemli fakat bu olgudan daha kritik ve belirleyici veri, genç nüfusun toplam nüfusa oranlarındadır. Türkiye’nin 0-24 yaş grubundaki nüfusunun, toplam nüfusa oranı %40 ve fakat Yunanistan’ın genç nüfus oranı çok daha az :%25.
Veri 3) Yani: 34 milyon genç Türk’e karşı 2,750 milyon genç Yunan. Yani fark, 31.275.000 genç. Ya da 12,4 kat. Üstelik Yunanistan’ın nüfusu İtalya’yla birlikte Avrupa’nın en hızlı yaşlanan nüfusu.
Veri 4) Yaşlılık Etkisi: Gidişata bakılırsa bugün 25 yaşında olanların tamamı vefat ettiğinde Türklerin nüfusu, Yunanlıların 15 katından daha kalabalık olacak.
Bugün Yunanistan ilköğretim kurumlarında okuyan ve Yunan kökenli olmayan öğrencilerin sayısı %50’ye doğru devamlı artıyor.
Peki Yunanistan nüfus azalışını engellemek için diğer Ortodoks veya Hristiyan ülkelerden nüfus ithal edebilir mi? Cevap: Hayır. Çünkü Yunanistan Hristiyan dünyasının yükselen değil dağılan bir ülkesi konumundadır ve Hristiyan gençlik Yunanistan’ın yerine Batı ve Kuzey Avrupa ile Anglosakson dünyayı tercih etmektedir.
Üstelik Yunan Gençleri, özgür bir şekilde başka ülkelere göç edip vatandaş olmak konusunda Türklerden daha fazla müsamaha görmektedirler. Yani Yunanistan ciddi bir şekilde göç veriyor ve vermeye devam edecek.
Geriye, sadece güneyden ve doğudan gelebilecek göçmenler kalıyor, bu göçmenler bile Yunanistan’a kalıcı olarak kalmak için gelmemektedirler.
NÜFUS MU EKONOMİ Mİ?
Sadece nüfus değil ekonomik ve finansal göstergeler de, gelecekteki Yunanistan’ın lehine görünmüyor.
İrdeleyelim.
Milli Gelir: Türkiye’nin 800 Milyar dolarına karşılık, Yunanistan 200 Milyar dolar. Her ne kadar Yunanistan’ın kişi başına milli geliri dolar olarak Türkiye’nin iki katıysa da, Satınalma Gücü Paritesine göre iki ülkenin de kişi başına milli geliri yaklaşık olarak 28 bin dolar civarında eşitlenmiştir.
Kamu Borcu: Türkiye 320 Milyar $, Yunanistan 400 Milyar dolar. Yunanistan o kadar çok borçludur ki, yeryüzünde hiç kimse Yunanistan devletinin borçlarını döndürebileceğine inanmıyor.
400 Milyar dolar kamu borcu, Mısır ve Güney Afrika hariç 50 Afrika ülkesinin toplam borçlarından daha fazladır.
Dış borç: Türkiye 450, Yunanistan 555 milyar dolar. Türkiye’nin dış borçları ihracatının iki katından düşüktür hâlbuki Yunanistan’ın yıllık ihracatı sadece 40 milyar dolardır yani dış borçları ihracatlarının 14 katıdır.
Fakat hizmet gelirlerinde Yunanistan, denizcilik sektörünün desteğiyle oransal olarak Türkiye’den daha iyi performansa sahiptir.
Çünkü Yunanistan, Çin’in %12 olan payından da daha büyük bir oranla, dünya denizciliğinde, %18 payla açık ara dünya lideridir. Yunanistan 4.000 gemi ve tankeriyle 80 Milyon DWT’a ulaşan eşsiz bir filoya sahiptir.
Deniz ticaret odası verilerine göre Türkiye’nin, 30 yaş altında ve 10.000 DWT’den büyük 113 gemisinin kapasitesi toplam 4 milyon DWT’dur.
Yani Yunanistan gemicilik filosu bakımından Türkiye’nin tam yirmi katıdır.
KPMG’nin 2021 Nisan ayında hazırladığı bir rapora göre Yunan denizcilik sektöründeki deniz araçlarının piyasa değeri en az 155 milyar dolardır; son gelişmelerle, bu değer, biraz daha yükselmiş olabilir.
Yunanistan’ın kamu borçlarına ilaveten aldığı dış borçların en önemli sebebi denizcilik sektörünün yabancı bankalardan aldığı kredilerdir.
Öte yandan, kayda değer bir imalat sektörü yoktur.
Her şeye rağmen Yunanistan’ın dış borçları ödenemeyecek kadar hatta uzun vadede yönetilemeyecek kadar çok çok çok yüksektir.
“Alacaklılar, er ya da geç bu borçların en az yarısını hatta daha fazlasını silmek zorunda kalacaklar aksi takdirde Yunanistan batacak” iddiaları henüz gerçekleşmemiştir. Başka bir ülke olsa çoktan batmıştı.
Sebebi hem Amerika’nın hem de Avrupa Birliği’nin Yunanistan’a kayıtsız şartsız sahip çıkmasıdır.
Peki, bu kadar iç ve dış borcu olan Yunanistan, harcamaları kısmaya ve gelirlerini artırmaya çalışıyor mu?
Hayır, tam tersine, Maastricht kriteri olan %3’ü bütçe açığını kat kat aşan açıklar vermeye devam ediyor.
Yunanistan’ın borçları yüksek olmasına rağmen, borçlanmalarında Avrupa Merkez Bankası kefil olduğu için yeni borç bulabiliyor.
Yunanistan bugün on yıllık bir borçlanmaya gitse %4,2’yle borçlanabiliyor fakat Türkiye, en az %11,5 faiz ödeyerek borçlanmak mecburiyetindedir.
Üstelik Yunanistan bu faiz oranlarının yüksek olduğunu iddia ederek Avrupa Merkez Bankasından destek istiyor ve AB’nin Yunanistan’a destek olacağından neredeyse herkes emin.
Tüm finansal verileri bir arada değerlendirdiğimizde, kötü yönetim sonucu, Yunanistan’dan üç kat daha pahalı borçlanan Türkiye’nin ( altı ay önce beş kat daha yüksekti) batma ihtimali, Yunanistan’ın batma ihtimalinden daha yüksektir; maalesef.
Savunma Harcamaları: Türkiye savunmaya yıllık, yaklaşık 15, Yunanistan’sa 5 milyar dolar harcıyor. Bu kadar finansal sıkışıklık içinde olan bir ülke silah satın almamalı veya bu kadar borçlu bir ülkeye silah satın alma kredisi verilmemeli; fakat veriliyor, veriliyorsa, bir sebebi var; o sebep de Türkiye’dir.
İhracat: Türkiye 250, Yunanistan 40 milyar dolar. Türkiye savunma sanayi ihracatından yıllık 4 milyar dolar gelir elde ederek, dış askeri ürünler satın alma bütçesini kolaylıkla yapabilme yeteneği kazanmıştır.
Yunanistan’ın böyle bir yetkinliği yoktur.
BUGÜN YARIN VE GELECEK
Amerika’nın Yunanistan’ı boydan boya askeri üslerle çevirmesi, Amerika için büyük bir başarıdır çünkü hem Ortadoğu’ya hem de Rusya’ya istediği askeri mesajları vermiş oldu.
Peki, Amerika’nın bölgeye bu yoğunlukta gelmesi, Türkiye için bir risk midir?
Evet risktir.
Yunanistan’ın bu gelişmeyi yanlış değerlendirerek, Türkiye’ye saldırma ihtimaline yüzde sıfır diyebilir miyiz?
Bir çatışma ortamı oluşturarak Türkiye’yle Amerika’yı karşı karşıya getirmek isteyebilir mi?
Ya da, Türk-Amerika ilişkilerinin bozulacağı hatta çatışmaya evrilebileceği muhayyel bir gelecekte, Amerika, Yunanistan’ı araçsallaştırarak Türkiye’ye saldırtabilir mi?
Bu riskleri besleyen daha riskli bir olgu var: Neredeyse her Yunan, bir savaşta Yunanistan’ın Türkiye’yi yeneceğinden emin. Evet eminler. İtiraz edenler de, “evet yenebilirsiniz fakat bu ayıptır” tadında itirazlar yapıyor.
Yakında F35 savaş uçağı ve diğer vaat edilmiş silahları da alınca, Yunanistan’ın özgüveni, onu, biraz daha irrasyonel çıkarımlar yapmaya yönlendirebilir.
Türkiye’nin savunma alanındaki başarıları, Yunanistan için henüz caydırıcı bir unsura dönüşmüş değil; bunun en önemli sebebi, Türkiye’nin F35 projesinden çıkarılmış olmasıdır.
Her şeye rağmen tek boyutlu bir bakış açısıyla yetinmemeli ve Amerika’nın Yunanistan’a yerleşmesini, bazı bakımlardan, Türkiye için sadece risk değil aynı zamanda fırsat da oluşturabileceğini görebilmeliyiz.
Amerika’nın bölgeye gelmiş olması Yunanistan’ın duyduğu korkuları azaltabilir, Yunanistan halkı, Amerika’ya güvenerek korkularını yenebilir. Amerika ihtilaf anlarında arabulucu olabilir, tarafları dizginleyebilir vs. vs.
Öyle görünüyor ki, bugünkü Yunanistan kamuoyunun tarihi yorumlama ve tarihten elde ettiği çıkarımları bugüne uyarlama duygusu çok güçlü.
Bu da onu mutaassıp bir dindar ve tavizsiz bir milliyetçi kılıyor.
Doğrusu, Yunanistan’la ilişkileri sürdürmenin zorluğunu bilen önceki siyasi nesiller, iki millet arasında, didişme ve çatışma ihtimalini azaltmak için pek çok radikal kararlar almışlar.
Her iki ülke de, daha hijyen toplumlara sahip olmak arzusuyla alenen ve/veya dolaylı olarak nüfus mübadelesini ve göçleri teşvik etmişlerdir.
6-7 Eylül olayları, 1964 kararnamesi, Kıbrıs Barış Harekâtı vs. gibi Türkiye’de yaşanan ve bunun muadili olarak Yunanistan’da yaşanan gelişmeler nüfus değiş tokuşunu artırmıştır. Fakat bu gelişmeler, hükümetleri, katiyen rahatsız etmemiştir.
Ukrayna’nın Rusya tarafından işgal edilmesi her iki ülke için çok önemli dersler içeriyor. Gelecekte Türkiye’yi terbiye etmek isteyebilecek büyük devletler Yunanistan’ı, Türkiye’ye saldırtabilir ve her iki ülke de bu saldırıdan çok kötü etkilenebilir.
Türkiye ne yapmalı sorusunun çok uzun cevapları olabilir fakat benim cevabım tek cümledir: İlişkilerde, soğuk savaş dönemi standartlarını tekrar tesis ettirip en az yirmi yıl, çatışmasız ve birlikte varolmaya devam etmek.
Belki de, bizim neslimizin başarmayacağı yeni ortak paydaları gelecekteki nesiller inşa edebilir. Tıpkı geçmişteki atalar gibi.
Türk soylu Ortodokslar Yunanistan’a ve Müslüman Grekler de Türkiye’ye göç ettiklerinden, aslında her iki halk da melez sayılır.
Türkler ve Rumlar, dışarıdan bakınca, benzeşlik katsayıları yüksek iki halk gibi görünüyor; gelecekte de bir arada yaşama ihtimalleri sıfır değildir.
Belki önümüzdeki 20-30 yıllık barış yıllarından sonra Türkiye ve Yunanistan “empatik bir barış” yapma imkânı bulur.
(Yarın savaş çıkacakmış gibi hazırlık yapan Türkiye’nin “Yunanistan Masası” ile Yunanistan’ın Türkiye Masası yetkilileri kızabilir fakat gelecek nesillerin barış içinde birlikte yaşaması umudunu diri tutma yolları her zaman “empatik barış” kavramını akılda tutmakla mümkün olabilir.)
“Empatik Barış” benim düşünce dünyamın mümkün fakat irrasyonel bir kavramıdır. Altruistik (diğerkâmlık) esaslı bir oyun teorisidir.
Yani…
Türkiye, Yunanistan’la müzakere ederken, “Ben Yunanistan’ın yerinde olsam vermeyeceğim bir tavizi, Türkiye olarak, bugün, ben de Yunanistan’dan istememeliyim.”
Yunanistan da “Ben Türkiye’nin yerinde olsam, zorunlu olarak Yunanistan’dan istemek zorunda kalacağım bir tavizi, Yunanistan olarak, bugün, ben de sorgusuz sualsiz Türkiye’ye vermeliyim.”
İki “uç değer cümlesi”nin ortalarında bir noktada gerçekleşecek bir çözüm, daimi ve adil bir barış arama soruşturmasının başlangıcı olabilir.
Bitirelim.
İki ülke yöneticilerinin birbirlerine kaş çatmasına alışığız yeter ki birbirlerine sırtlarını döndüklerinde, kendi toplumlarına “korkmayın savaşmayacağız” desin ve gülümsesinler.