Bütün kamuoyu araştırmaları seçimin hala ortada olduğunu ve seçmenin, ortaya henüz net bir irade koymadığını gösteriyor.
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi kurulurken eski devleti yıktı mı, yıktı.
Yeni işleyişin devlet olma vasfı zayıfladı mı, zayıfladı.
Ekonomi kötüye gidiyor mu, gidiyor.
Keyfilik ve yolsuzluk şayiaları her geçen gün biraz daha artıyor mu, artıyor.
Peki, nasıl oluyor da Ak partinin oy oranı % 40,2 olabiliyor? (Konda Nisan 2021)
Türkiye’nin en iyi siyasi analistleri Karar’da yazıyor; esasen, her gün bu soruya farklı bir boyutuyla cevap veriyorlar; yine de yukarıdaki zor sorular masadan kalkmıyor.
Adalet Partili bir akrabam anlatmıştı, 1970’li yıllarda Süleyman Demirel “köylüler zaten bizde; cami cemaatinin ilk iki sırası ve çarşı esnafının çoğunluğu da bizden olursa seçimi kazanırız” dermiş.
Şimdi soralım Cuma cemaatinin çoğunluğu ya da din görevlileri Ak Partiden vazgeçti mi? Hayır.
İlahiyat programlarında okuyan 400.000 öğrenci arasında, hatta sayıları beş bine yaklaşan hocaları arasında Ak Parti’ye rakip bir oluşum mümkün mü? Olamaz.
Çarşılarda esnafı dinleyenler, hepsinin ertesi gün iflas edeceğini sanır, gerçekten büyük sorunları var. Peki, bu esnaf sorunlarını çözmek için muhalefete mi koşuyor yoksa tek umudu Ak Partiye mi? Bu soruyu cevapsız bırakayım.
Sanayicilerin çoğunun teşviklerden memnun olduğunu söylersem şaşırır mısınız? Şaşırmayınız.
Cuma cemaati, din görevlileri, ilahiyat camiası, esnaflar, sanayiciler ve işi olanlar Ak Partiyle Türkçe konuşuyor ve anlaşıyorlar.
Sayın Cumhurbaşkanımız şimdiye kadar en az 200.000 üst düzey yönetici atamış.
Bunların en az 50.000’i hala görevde, 75.000’i kenarda ve yeni görev bekliyor; diğer 75.000’i küs, kızgın ve suskun.
Kategorik olarak muhalif olması beklenenon binlerce kişide atanma umuduyla sessiz ve muti olarak bekliyor.
Toplum piramidinin tabanındaki %40 için harcanan 150 milyar TL inanılmaz derecede etkili oluyor. Bu kaynakların iptal edilme korkusu, halkı, Ak Parti’ye dört elle sarılmaya mecbur ediyor.
Bu ve buna benzer örnekler çoğaltılabilir fakat maksathâsılolmuştur: Muhalefetin “sahada” Ak Parti’yi yenmesi zor.
Sanayici, tüccar, esnaf, bürokrat ve toplumun önde gelenleri Ak Partiye muhalif olmayı göze alamıyor, korkuyor. Muhalefet partileri de avukat, doktor, mali müşavir vb. hijyenmesleklerden insanlarla siyaset yapmaya çalışıyor ve bu yetmiyor.
Ak Parti de muhalefet partileri ile halk arasındaki mesafeyi açmak için herşeyi yapıyor.
Bu duruma mahkûm oldukları için muhalefet partilerine kızmalı mı yoksa eşi benzeri daha önce görülmemiş bir iktidar türüne karşı mücadele ettikleri için takdir mi etmeli?
Muhalefetin temel seçenekleri ne olabilir?
Halkın bir muhalif lidere fark edilir şekilde teveccüh göstermesi işe yarayabilirdi fakat böyle bir şahsiyet yok, iyi ki yok.
Geriye muhaliflerin bazı prensipler çerçevesinde birleşmeleri kalıyor. Bunun için de, vadettikleri gibi, yeni bir anayasa “tasarısı” işe yarayabilir.
Beş benzemez ortaklaşa bir anayasa yazabilir mi? Bilmiyoruz fakat yazabilirlerse Ak Parti tabanı bile bu anayasayı onaylayabilir.
Parlamenter demokrasiyi esas alan bir anayasa, en çok, en büyük partiye yarar, yani AK Parti’ye.
Muhaliflerin Büyük Sorusu: Ak Parti’ye yarayıp yaramadığına bakmaksızın, gelecek nesillerin barış ve esenliği için olabilecek en iyi anayasayı uzlaşarak ve gerekirse taviz vererek yapalım mı?
Cevabı zor bir soru.
Seçimi kaybetmesi durumunda her şeyi kaybedeceğinden korkan bir Ak Partiyle uzlaşma ihtimali, aslında zayıf değil.
“Mevcut sistem devam etsin, bu seçimi kazanıp, bu gücü bir süre de biz kullanalım sonra gereğini yaparız” deniliyorsa… Denilmemelidir.
Bir nevi emir komuta düzenine dönüşmüş olan cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminden kurtulmak şart.
Bunun için kimsenin kimseyi ezemediği; meclis ve yargının hükümet ile bileşenlerine karşı kendi işini özerk olarak yaptığı; kanunların herkese eşit derecede koruma ve imkân sağladığı; müzakereci, uzlaşmacı ve yarışmacı bir toplum olmayı hedefleyen çalışmaların başlama vuruşu, “yeni bir anayasayı müzakere masası” kurmak olabilir.