Birbirleriyle ticaret yapan iki devletin dış ticaret açığı/fazlası vermesi, her zaman, her iki ülke için aynı anlamı taşımaz.
Örnek A: Bu ülkelerden birisi Türkiye olsun diğeri de Amerika. Birincisinde Türkiye’nin ihracatı Amerika’nın ihracatından iki milyar dolar fazla olsun, yani Türkiye iki milyar dolar dış ticaret fazlası versin. İkincisinde Amerika iki milyar dolar fazla versin.
Türkiye’nin açık vereceği anlaşıldığında; bu açığı kapatmak için ya Amerika’lılardan ya da elinde Amerikan doları bulunduranlardan iki milyar dolar borçlanır, sonra ithalat yapar.
Türkiye fazla verdiğinde Amerika; kendi ülkesinde, kendi milli parasıyla borçlanıp Türkiye’ye parasını öder.
Görüldüğü gibi Amerika dış ticaret açığı verdiğinde kendi parasıyla borçlanırken, Türkiye, başkasının, hatta açık verdiği Amerika’nın parasıyla borçlanmak mecburiyetinde kalmaktadır. Bu Avrupa ülkeleri için de böyledir, İngiltere için de.
Teorik olarak bir ülkenin kendi parasıyla borçlanma imkânları sonsuzken, yabancı bir parayla borçlanmanın zorlukları vardır.
Bu olgu için Amerikalılar “tasarruf açığı verdik” derlerse, isabetli bir ifade kullanmış olurlar. Çünkü zaten iktisat bilimi İngilizce üretilmiş ve neyi ima ettikleri açıktır.
Aynı işlem için, Türkiye, “tasarruf açığı verdik” derse, bu ifade, olguyu tam kavramaz.
“tasarruf açığı olan bir ülke olarak…” akademisyenlerin ağzına pelesenk olmuş bir klişe.
Varsayalım ki bu ifade doğru ve tasarruf açığımızı kapatmak için eyleme geçtik; yapılacak olan döviz kazandırıcı işleri artırmaksa, buna, tasarruf etmek denmez. Ürün ve hizmet ihraç etmek denir.
Örnek B: Bu modelde de Türkiye ve Mısır dış ticaret yapmış olsun. Her iki ülke de dış ticaret fazlası verdiğinde, diğerinden, Dolar veya Euro talep edecektir. Ne Mısır ne de Türkiye karşı tarafın milli parasına, normal şartlar altında razı olmaz.
Bu iki ülkenin “iç tasarruf” seviyesinden bağımsız olarak döviz açıkları oluşur.
TASARRUF KAVRAMININ ÇELİŞKİSİ
Öğrencilik yıllarında zorluklarla kavradığım bir kavramdır, tasarruf.
Doğrusu, bazı Türkçe muhasebe kavramlarının da çağrıştırdıkları anlam ile gerçek tanımları arasında fark vardı. Bu kavramları İngilizceden okuyunca muğlaklıklar azalmıştı.
Tasarruf kavramını İlk kez duyduğumda yanlış anlamıştım çünkü israf, masraf, sarf, vs gibi harcamak ve tüketmek anlamına gelen kavramlarla aynı kökten geliyordu; hâlbuki hocalar, tasarruf kavramına tam tersi bir şekilde tanımlıyorlardı: Biriktirmek, harcamamak, israf etmemek.
Kerkük’lü ve Arap arkadaşlar da aynı sorunu yaşıyorlardı. Benim ana dilim Arapça ve dağarcığımda “tasarruf” kelimesi yoktu; bunun yerine “toparlamak” veya “yığmak” anlamına gelen kelimeler vardı.
Arap arkadaşlar bilenlere sordular ve “iddihar” kelimesiyle geldiler.
Rahmetli Sabri Ülgener’in İktisadi Çözülme Tarihimizin Ahlak ve Zihniyet Meseleleri adlı muhteşem kitabında “İDDİHAR” kelimesini paranın toprağa gömülmesi olarak tanımlamış ve zararlarını anlatmıştı, oradan biliyordum.
Bu günlerde artmaya başlayan, özel kasalarda altın ve döviz saklamak ile ekonomi tarihimizdeki toprağa para gömmek, yani İDDİHAR arasında etki bakımından bir fark yoktur.
Dış ödemeler darboğazı ve güvensizlik oluşturucu uygulamalara maruz kalma ihtimali, insanları, İDDİHAR yapmaya adeta yönlendirmektedir.
YATIRIM TASARRUF EŞİTLİĞİ
İktisat biliminin tasarruf yatırım denkliği ilkesine göre, basitçe söylersek, bir paranın tüketilmeyerek biriktirilmesi, onun, tasarruf olmasına yetmez; ilaveten bu birikimin, yatırım harcamalarında kullanılması şarttır. TÜİK de, tasarruflara yani yatırım harcamalarına “sabit sermaye oluşumu “diyor.
Parayı biriktirip kasada saklamak, yani iddihar, artık, tasarruf olarak nitelenmiyor; hatta bankaya yatırılması bile, onu, tasarruf olarak nitelemeye yetmiyor. Çünkü bu birikimler atıl kalabilir veya tüketici kredisi olarak verilebilir.
Türkiye, inişli çıkışlı politikalarla, dış ödemler alanında bir duvara toslamak üzere sürükleniyor; bu gerçek bir tehlikedir ve Sayın Elvan ile Sayın Ağbal bu olgunun farkında mı, bilmiyoruz.