Sayın Mehmet Şimşek’in iki temel görevi var. Ülkenin bir dış ödemeler sorunu yaşamaması için döviz rezervlerini artırmak ve ekonomide fiyat istikrarı (enflasyonu kontrol altına almak) dâhil finansal istikrarı sağlamak.
Türkiye gibi dış borcu ve cari açığı yüksek bir ülkenin dış ödemeler dengesinde sorun yaşamaması için finansal istikrarın tesis edilmesi şarttır; bunu sağlamak için de ülkeye giren dövizlerin ülkeden çıkan dövizlerden daha fazla olması gerekiyor.
Döviz girişleri, mal ve hizmet ihracatının artmasıyla sağlanabilir. Fakat siyasetçilerimiz uzun vadede sonuç verecek yöntemleri değil hızlı çözümleri tercih ederler; mesela yurt dışından borçlanmak ve/veya uluslararası sıcak sermaye girişlerini artırmak vs.
Ekonomik süreçlerin doğası gereği ülkemizde genellikle ihracat enflasyonist ve ithalat dezenflanyonistir.
Yani TL’nin değerini düşürüp/kurları yükseltip ihracatı artırmaya çalışmak, enflasyonla mücadeleye olumsuz etki yapar.
Hâlbuki ucuz ve bol dövizlerle ithalat yaparak iç pazarda mal arzını artırmak enflasyonla mücadelede yardımcı olur.
İşte özetlediğimiz bu ve benzeri önermelerin etkisiyle Sayın Mehmet Şimşek X platformunda benim numaralandırdığım beş cümlelik bir gönderi paylaştı.
Sayın Şimşek’in bu iddialarını irdeleyelim.
1)İhracatın ana belirleyicisi yurt dışı talep olup kurun önemli bir etkisi yoktur.
Varsayalım ki Avrupalı bir ithalatçının elinde Türkiye dâhil beş ayrı ülkeden alınmış fiyat teklifleri 8 $, 9 $, 10 $, 11 $ ve 12 $ olsun.
Ürün kalitesi, teslimatı ve ödeme şartlarının da eşit olduğunu varsaydığımızda, müşterinin, 8 $’lık ürünü tercih edeceği aşikârdır. Küçük bir ihtimalle ekonomik değil psikolojik saiklerle belki 9 $’lık fiyatı da tercih edebilir fakat 12 $’lık fiyatın yüzüne bile bakmayacağı kesindir.
Katma değeri düşük, emtialaşmış nitelikte ürünler satan bir ülkenin, ihracatını artırmasının zorunlu ilk şartı “fiyat tutturmak”tır; teklif edilen fiyatlarla döviz kurları arasındaki ilişki kesin ve apaçıktır.
Sayın Şimşek’le mutabık değiliz.
2)2003-13 döneminde nominal sepet kur yıllık ortalama yüzde 3,3; reel ihracatımız yüzde 7,1 artmıştır.
2002 yılsonunda bir dolar 1,64 TL’ydi.
Yani 10 milyon dolar mal ihraç eden bir ihracatçının eline 16,4 milyon TL geçmekteydi.
Beş yıl sonra 2007 yılsonunda bir dolar 1,16 TL’ye düşmüştü.
Kurlar düştüğü için 10 milyon dolar ihracat yapan bir firmanın eline 11,6 milyon TL geçiyordu. Yani beş yılın sonunda bu firmanın eline 4,8 milyon TL (16,4 – 11,6= 4,8 milyon TL) daha az para geçmiştir.
Hâlbuki 2003 – 2007 döneminde TÜFE %66 oranında artmıştır.
Yani 10 milyon dolar ihracat yapan bir ihracatçının satış geliri enflasyon oranında yani %66 oranında artmış olsaydı, eline geçecek para 27,2 milyon TL olacaktı hâlbuki TL geliri 11,6 milyon TL’ye düşmüştür.
Bir ihracatçının bu kompozisyondan olumsuz etkilenmediğini nasıl iddia ediliyor anlamış değilim.
Bu dönemde adeta bir “ihracatçı kıyımı” yaşandığını bizzat gözlemlemişimdir.
Sanayiciler, fiyat tutturmak için önce önemli bazı parçaları, sonra neredeyse bütün parçaları ithal etmekte ve küçük katkılarla ithal edilen ürünleri iç ve dış piyasalara arz etmekteydi. Sonuçta pek çok sanayici üretimi durdurup ithalatçı olmuştu.
Bir gün işlerin düzeleceğini düşünerek sanayicilikte ısrar edenlerin önemli bir kısmı bu dönemde ithalatçılarla rekabet edemeyip iflas etmiştir.
Bizzat, kullanılmış bazı makine ve teçhizatın Özbekistan’a, Habeşistan’a ve Hindistan’a yüklendiklerine tanıklık etmişimdir.
Peki, nasıl oluyor da bu dönemde ihracatımız artar?
Çünkü bu dönemde ihracat artışları büyük ölçüde bir re-eksport (ithal edilen ürünün yeniden ihraç edilmesi) niteliğine bürünmüştür.
Bunu da 2003-2013 döneminde dış ticaret açığımızın 700 milyar dolar olarak gerçekleşmesinden anlıyoruz.
Sayın Şimşek’in adeta bir “altın çağ” olduğunu ima ettiği 2003 - 2013 dönemi, aslında bugün ekonomide yaşadığımız pek çok sorunun kök nedenidir.
Türkiye’nin brüt dış borcu 2003 başında 132,7 milyar dolarken 2013 yıl sonunda üç kattan fazla artarak tam 405 milyar dolara yükselmiş.
İhracatı artan bir ülkenin dış borcu bu kadar artar mı?
İhracatın mütevazı oranlarla ve rakamsal olarak arttığı doğrudur fakat hem ithalat hem de dış borçlar çok yüksek oranlarda ve devasa boyutlarda artmıştır.
Üstelik bu dönemde, dış borç olarak kabul edilmeyen doğrudan yabancı yatırımlar yüz milyar doları aşmıştır.
Acaba Sayın Şimşek Türkiye’nin bazı sorunlarını, Türkiye’nin dış borçlarını artırarak mı çözmeye çalışmaktadır?
Perşembe günü bu ve benzeri soruları soracak ve değinmediğimiz diğer üç maddeyi de irdeleyeceğiz.