Rekabetçi kur politikalarının ihracat artışını desteklediği bilinen bir olgudur.
İhracatçılar fiyat rekabetinden dolayı pazar kaybettikleri durumlarda veya ihracatı artırmaya çalıştıklarında, fiyat tutturmak için, milli paranın değerinin düşürülmesini talep ederler. Bu düşüncenin temelinde, basitçe, aynı kalite ve niteliklere sahip iki maldan ucuz olanın tercih edileceği varsayımı yatar.
Tarihi ve güncel veriler rekabetçi kurun, pek çok ülkede, kesinlikle işe yaradığını gösteriyor.
Günümüzde de devletlerin en rahatsız olduğu olgu milli paranın aşırı değerlenmesidir, tersinden söylersek, rakiplerinin rekabetçi kura sahip olmasıdır. Ülkeler ihracatlarını korumak için uyarılar yapar, suçlar hatta tehdit ederler.
Amerika, parasının değerini düşürerek rekabetçi kur avantajı elde etmeye çalışan ülkeleri “kur manipülatörü” ilan edip alenen tehdit etmektedir.
REKABETÇİ KUR TÜRKİYE’DE İŞE YARIYOR MU?
TCMB’nin yayınladığı Reel Efektif Döviz Kuru (REDK), kurun ne kadar rekabetçi olduğunu gösteren en temel veridir.
REDK’na göre TL, 2016’nın Ekim ayında tam değerindeymiş, yani ne ucuz ne pahalı.
Ekim 2016’da 100 olan bu veri, Nisan 2021’de 62,29’a düşmüş.
Örnek: Eğer bu endeks sadece doları kapsasaydı ve TL tam değerinde olsaydı, bir doların bugünkü değeri 5,30 TL olacaktı, hâlbuki bugün 8,50 TL.
Yani rekabetçi kur zirvelerin zirvesinde.
Türkiye bu rekabetçi kurdan niçin yeterince yararlanamıyor, irdeleyelim.
İMALAT SEKTÖRÜ
Türkiyenin GSYH’sının son beş yıllık ortalaması yaklaşık olarak 790 milyar dolardır.
Türkiye imalat sanayinin GSYH’daki payı da %19’la yaklaşık 150 milyar dolardır.
Yani Türkiye imalat sanayii, yıllık, 150 milyar dolar civarında katma değeri olan bir üretim yapabilmektedir.
Türkiye’nin yıllık 222 milyar dolar da ithalatı var. İthalatın yaklaşık, 25 milyar doları tüketim, 32 milyar doları yatırım ve 165 milyar doları da ara mallardan oluşmaktadır.
İthal edilen 165 milyar dolarlık ara mallar sanayimiz tarafından işlenerek, ya içeride tüketilmek üzere ya da ihraç edilmek üzere, ara mal veya mamul mala dönüştürülmektedir.
Yani ithal ettiğimiz ara mallar ve sanayimizin katma değerinin toplamı 150 + 165 = 315 milyar dolara yükselmektedir.
Türkiye her yıl, imalat sanayinin ürettiği sanayi ürünlerinin yaklaşık 160 milyar dolarlık kısmını ihraç etmekte ve 155 milyar dolarlık kısmını da iç pazarda tüketmektedir.
KAPASİTE KULLANIM ORANI
TCMB her ay sanayide kapasite kullanma oranlarını (KKO) yayınlıyor.
Mayısta %75,3 olmuş.
2010 yılı Ocak ayından bugüne kadar geçen 137 aylık sürenin tamamında, KKO ortalaması %76 olmuş. Sadece 2017 yılının ikinci yarısında %79’u geçmiş.
Demek ki teknik olarak, kurlar ne olursa olsun, KKO’nın %80’in üzerine çıkması imkânsız gözüküyor.
İkinci çıkarım: Mayıs ayı KKO’nı %75,3 olduğu için, yurtdışından, ihracatçılara sipariş yağsa, ihracat, en çok %4,7 oranında artabilir. Teorik olarak kısılan iç tüketim de buna eklenebilir.
Fakat biliyoruz ki ne KKO %80’e yükselebilir ne de iç tüketim kalıcı olarak kısılabilir.
ABD Ticaret Bakanı Wilbur Ross, Çinli firmaların yerine ikame etmek için bir hafta boyunca Türkiye’de büyük firma aradı durdu ve hayal kırıklığıyla geri döndü.
Toparlayacak olursak, rekabetçi kur, ne ihracatı umulduğu kadar artırmakta ne de ithalatı umulduğu kadar düşürmektedir çünkü Türk İmalat Sanayinin hacmi küçüktür, küçüktür, küçüktür.
Kur artışları genellikle, tüketicilerin taleplerini kısması ve üreticilerin de stoklarını azaltmasıyla geçici bir süre dış ticaret açığının azalmasına hatta cari fazla verilmesine yol açabiliyor, örnek 2019.
Fakat en geç bir yıl içinde ithalat ve iç talep eski seviyesine geri döner. Sonuçta hem dış ticaret açıkları hem de cari açık tekrar yükselir, örnek 2020.
Türkiye ekonomisini yönetmişler ve yönetenler ve sanayileşmeden sorumlu herkesin anlaması gereken bir olgu ve veri var: Sadece ve sadece 150 milyar dolar katma değer üretebilen bir imalat sanayimiz var, hepsi bu; sanayileşme yerine, ithalatla yani dışarıdan alınan borçlarla refah artırmanın bir sonu vardır.
Bedeli olan bir son.