Kanuni döneminden itibaren askeri alandaki teknolojik gelişmeler ve savaşların uzun sürmesi merkezi bir orduyu gerekli kıldığından; yerel askeri birlik niteliğindeki Tımar ve Zeametler’in tasfiye edilmesi ve ordunun merkezileşmesi şart olmuştu. Böylece maaşlı olan askerlerin sayısı 12.000’den 60.000’e kadar yükselmiş ve bütçe açıkları artmaya başlamıştı.
İran’la 1639’da imzalanan Kasr-ı Şirin anlaşmasından önce neredeyse altmış yıl aralıklarla savaşılmıştır. Ardından başlayan Girit’in fethi yirmi beş yıl sürmüştür. Aynı dönemde Avrupa’da da Lehistan seferleri elli yıl sürmüştür. Aralıklarla bir yüz yıl boyunca Avusturya ile savaşılmış ve 1699 yılında yapılan Karlofça anlaşmasıyla mağlubiyet kabullenilmiştir. Savaşların yanı sıra bu dönemde Celali İsyanları, Eflak-Boğdan-Erdel İsyanları, Bağdat-Basra isyanları onlarca yıl sürmüştür.
18. Yüzyılda Ruslarla altı büyük savaş yapılmış ve Prut hariç neredeyse tamamı kaybedilmiştir. 1774 Küçük Kaynarca anlaşmasıyla, Osmanlı ilk defa savaş tazminatı da ödemek zorunda kalmış ve kelimenin tam anlamıyla bütçesi iflas etmiştir.
Hayalperest yöneticilerin hamasi ve yanlış öngörüleri ile kısa sürede zafer kazanma arzusuyla başlattıkları bazı savaşlar adeta hezimetle sonuçlanmıştır.
Dönemin yöneticileri, bütün dünyada, 17. yüzyıldan itibaren kazanılan savaşların arkasında güçlü bir mali sistem ve lojistik güç olduğunu tam olarak kavrayamamışlardır. Savaştan önce halkından daha fazla vergi toplayabilen ve milli finansal kurumlarından borçlanabilen devletler, mesela İngiltere ve Fransa, savaşlarda daha başarılı olmuşlardır. Bu gerçeklerin farkında olmayan ve hamasi duyguların etkisinde ülkelerini savaşa sürükleyen yönetimler hem ülkelerini ve halklarını her zaman felakete sürüklemişlerdir.
TAĞŞİŞ DEVALÜASYON ENFLASYON
Tağşiş kavramını en son yapılan gıda kontrollerinde duyduk. Sızma zeytinyağı yerine ayçiçek veya pamuk yağı karıştırılması ya da sucuklara kırmızı et yerine daha ucuz olan tavuk eti katılması, buna örnektir.
Tağşiş bir ürünün esasını oluşturan maddenin azaltılarak, yerine aynı görünümde fakat değeri düşük başka madde eklenmesiyle imal edilen ürünlerin piyasaya sürülmesidir.
Osmanlı’da 19. yüzyıla kadar sadece madeni para kullanıyordu. Uluslararası işlemlerde altın ve günlük küçük işlemlerde zaman zaman bakır para kullanılsa bile; ödemeler, genellikle gümüş paralarla yapılırdı.
Bütçe açığından dolayı, Devlet, taahhüt ettiği ödemelerin tamamını yapamayacağını anladığı zamanlarda; paranın içindeki altın veya gümüş miktarını azaltarak, yani tağşiş yaparak, yani bugünkü dile çevirirsek karşılıksız para basarak ödemelerini yapardı.
Tabi piyasalar bu tağşiş olayını öğrenir öğrenmez fiyatlar yükselirdi. Sonuçta, katlanılması zor, yüksek oranlı bir hayat pahalılığı yaşanırdı.
Mesela 1580’den 1670 yılına kadar paranın içindeki gümüşün payı 0,70 gramdan 0,23 grama düşürülmüş ve hayat pahalılığı da %500’e yaklaşmıştır.
İkinci en büyük devalüasyon II. Mahmut’un tahta çıktığı yılda yapılmıştır. Osmanlı Kuruşu’nun içindeki gümüş miktarı 5,9 gramdan, tağşiş yapılarak 0,5 grama düşürülmüştür. Yani paranın içeriğindeki gümüş oranı 12 misline yakın düşürülmüştür.
Osmanlı parası konusunda uzman Şevket Pamuk’a göre 1460’lı yıllardan 1830’lu yıllara kadar paranın içeriğindeki gümüş oranı %99 azaltılmıştır. Yani bir gümüş paranın içeriğinde 100 (yüz) gram gümüş varsa bu 1 (bir) grama düşürülmüştür.
Tağşişlerden dolayı oluşan hayat pahalılığından en çok sabit gelirliler etkilendiği için maaşlı yeniçeriler defalarca ayaklanmış ve büyük sorunlara sebebiyet vermişlerdir.
1833 yılında başlayan altın esaslı para sistemi, altın esaslı dış borçların da yardımıyla fazla değişmeden birinci dünya savaşına kadar sürmüştür. Gerçi bu dönemde Kaime dediğimiz kâğıt paralar tağşişi yapılmış, tedavüle sokulmuş, değersizleşmiş ve binlerce insanı iflas ettirdikten sonra; bu Kaimeler toplanıp yakılmıştır.
Şimdi bize kaybolan on yıllarımızı, yüzyıllarımızı verseler; gelecek yazıya kaldı.