KARAR’da yürütme erki ve bileşenlerinin ekonomiyle ilgili karar ve uygulamalarını tenkit eden yazılar yazmak, eleştiri yapmak, yavaş yavaş bende bir alışkanlığa dönüşmeye başlamış olabilir. Artık arkadaşlarıma ve aile bireylerine de daha az müsamaha gösteriyorum, galiba.
Yürütme erki ve bileşenlerini eleştirmek zor değil doğrusu çünkü yaptıkları işlerin önemli bir kısmı ve aldıkları kararların büyük çoğunluğu, bilhassa Sayın Albayrak döneminde, alenen yanlıştı. Yine de eleştirinin yanı sıra, kimsenin çok fazla değinmediği ayrıntıları ve bakış açılarını gündeme getirmeye çalışıyorum.
Yürütme erkine muhalefet eden partilerin, doğru ya da yanlış, veriye dayalı veya dedikodu kaynaklı, tutarlı ya da tutarsız, farketmez; her türlü eleştiri yapma hakları olduğuna inanırım çünkü muhalefetin kalitesi, son tahlilde halk hakemliğinde değerini bulur.
Fakat bilgiye, veriye ve analize dayalı kanaat belirtmek durumunda olan, bazı, öncü iktisatçı ve finansçılar da muhalefet partileri gibi davranıyorlar; sonuçta doğru gibi gözüken, sorgulanmamış klişeler, doğruymuş gibi, dolaşıma giriyor.
130 MİLYAR DOLAR ÇARÇUR MU EDİLDİ?
Çarçur etmek, gereksiz ve yararsız bir şekilde harcayıp bitirmek anlamına geliyor.
TCMB ve kamu bankalarındaki dövizlerin satılmasıyla oluşan işlem hacmi paranın çarçur edilmesi anlamına gelir mi?
Hazine ve Maliye Bakanlığı bürokratları ve Sayın Albayrak’ın finansçı danışmanları, kur yüksekliğine ve ekonomideki oynaklığın sebebini, yabancıların ellerinde tuttukları TL varlıklar olduğuna inanıyorlardı.
“Londra TL piyasasını kurutursak ve Türkiye’deki uluslararası finansal yatırımcıların parasını ödeyip gönderirsek; TL’ye yapılan saldırıları azaltmış olur; biz de ülkeyi gül gibi yönetiriz” diye düşündüler, muhtemelen.
Öyle de yapıldı: Türk bankalarının, Londra’daki bankalara döviz karşılığı TL veya TL karşılığı döviz verme limitleri, neredeyse sıfırlanarak, Londra piyasası gerçekten de kurutuldu.
Bu para politikası, büyümeyi de sağlamak istiyordu. KGF desteğiyle verilen krediler teşvik edildi fakat bu kredilerin oluşturduğu parasal genişleme enflasyon ve oynaklık tehlikesi oluşturuyordu.
TCMB döviz satıp piyasaya çıkan TL’yi emerse bu tehlike engellenmiş olacaktı.
Döviz satarak hem saldırgan yabancıları kovacak, hem büyüme ivmesini hızlandıracak hem de enflasyonu indireceklerine inanmış görünüyorlardı.
TCMB yönetimine bir talimat olarak tebliğ edilmiş politikanın ana hatlarının bu olduğunu sanıyorum.
Fakat Covid salgını sebebiyle, akıl almaz, hesapsız kararlar alındı ve “parasal genişleme” adeta patladı.
Hem uluslararası yabancı sermayenin hem de yerleşiklerin döviz talebi üst üste binince, döviz kurları aşırı yükseldi.
Sonuçta Türkiye, tam duvara toslamak üzereyken, ekonomi yönetimi değişti; olanın özeti budur.
PARALAR NEREYE GİTTİ?
31 Aralık 2019 tarihinde, TCMB ve Bankalarda toplam 130 milyar dolar karşılığı döviz vardı.
Sayın Albayrak’ın istifa ettiği haftada bu paralar, (Katar ve Çin’in 16,5 milyar dolar swap parası hariç) 90 milyar dolar karşılığı dövize inmişti.
2020 yılının 6 Kasım haftasına gelindiğinde, Türkiye’de, 130 – 90 = 40 milyar dolar rezerv azalışı oluştu yani bir bakıma 40 milyar dolar dış borç ödendi.
Eski politikalara dönüldüğü için, 2 Şubat haftasına kadar 20 milyar doları geri döndü bile.
Keza, 6 Kasım haftası itibarıyla, yılbaşından itibaren gerçek ve tüzel kişilere de 28 milyar dolar satılmış, 2 Şubat itibarıyla 38 milyar dolar.
Sıcak parayı ödeyerek bir nevi dış borç kapatmak veya vatandaşlarına döviz satmak, parayı çarçur etmek anlamına gelir mi?
Üstelik, yurtiçi yerleşiklere satılan bu dövizler bankalar üzerinden dönüp dolaşıp, tekrar TCMB rezervi oldu ve oluyor.
Murat Uysal dönemi para politikası “berbatın berbatı” bir “yanlış değerlendirme”nin sonucu mevzuata aykırı bir şekilde tasarlandı; dolarizasyona, yabancı sermayenin çıkışına, piyasa disiplinin bozulmasına ve kredibilitenin bozulmasına sebebiyet verdi.
Bir algı oluşturma söylemi olan “çarçur etmek” kavramını, iktisatçıların kullanmamasını tercih ederim.