Kasım ayı dış ticaret rakamlarını okuyunca, tüm parasını ben ödeyecekmişim gibi başımdan kaynar sular döküldü sandım.
Türkiye halkı, geliri yetersiz bir aile reisine, gücünün üstünde harcama yaptıran “şımarık aile” efradına benziyor.
Dövizimiz bitiyor laflarını duymak istemiyor.
Tüketim ürünleri ithalatı % 42 artmış, “ara malı” dediğimiz ürünlerin önemli bir kısmı da üç beş cıvata sıkarak veya basit işlemlerden geçirilerek tüketici ürünü halini almaktadır, bu da % 10 artmış.
Kıdemli sanayici ve entelektüel önderimizden Yurdakul Dağoğlu’nun, şerh olarak “bir felaketi nasihatlere uyarak savuşturmak mümkünken, Türkler, felaketi tecrübe ederek aşmaya çalışan ergen bir halktır” anlamına gelen “bu Türkler bazı bakımlardan adam olmaz” sözlerini bir kez daha tasdik ettim.
2020 yılında kullanılabilir uluslararası döviz rezervleri, neredeyse her hafta azalmasına rağmen, Kasım ayında, 21,2 Milyar dolarla yılın, aylık bazda, en yüksek ithalatı yapıldı.
Yılbaşından bu yana, Türkiye’deki yabancılar ellerindeki hisse senedi ve TL tahvillerini satıp çıkıyorlardı, rakam 16 milyar dolara ulaşmıştı; son üç haftada 1,9 milyar dolar gelince ilgili ve bilgililerin bir halay çekmediği kaldı, sevinçten.
Fakat bu sevinenler korkusuzca, dış ticarette, bir ayda, beş milyar dolar açık vermekten çekinmediler. İştahla ve oburca tüketim malı ithalatından vazgeçilmiyor.
Adeta döviz darlığından, “başımıza ne gelecekse, bir an önce gelsin” davranışı sergileniyor.
Sayın Lütfi Elvan, kendisinden beklendiği gibi oyunu kurallarına göre oynamaya çalışıyor: TOBB, TÜSİAD ve MÜSİAD yetkilileriyle görüştü. Adet yerini bulsun diye, muhtemelen, sendikalarla ve diğer başka bazı sivil toplum kuruluşlarıyla da görüşecek.
Bu toplantılarda işadamları hem TCMB’nin faizleri artırmasını hem de kendilerine verilen kredi faizlerinin düşürülmesini; aynı zamanda, hem vergilerin ve sigorta primlerinin azaltılmasını ve hem de mümkünse ertelenmesini, ilaveten, kendilerine sübvansiyon ve teşvikler verilmesini talep etmişlerdir, muhtemelen.
Sendikalar da hem enflasyonun düşürülmesini hem de üyelerine enflasyonun iki katı kadar zam yapılması talebinde bulunacaklardır. Herkes rolünün gereğini yapar, saygıyla karşılıyorum.
Sonuçta bütün kesimlerin istediğinin belirli ölçülerde yansıtılacağı, Hükümetin bir kez daha Türkiye’yi kurtaracağı; her şeye yetmeye çalışan, başı sonu belirsiz, dolaysıyla etkisiz bir bildiri ortaya çıkacaktır; olan ve olacak olan budur.
Velev ki işe yarar bir söylem ortaya çıksın, velev ki ekonominin diğer alanlarında başarı sağlansın; sonuçta, dış ödemeleri tehlikede olan bir ülke er ya da geç tökezler ve hatta yüzükoyun yere kapaklanır.
ACI GERÇEK: “CARİ AÇIK” KONTROL EDİLEMİYOR
Türkiye bu yıl bu kadar yüksek cari açık vermemeliydi, vermeyebilirdi fakat verdi.
Önümüzdeki yıl, bu yılın bir tekrarı yaşanamaz, buna rezervlerin gücü yetmez; mevcut gidişatın devamında ısrar edilirse, Türkiye, çok ağır bir dış ödemeler sorunuyla baş başa kalacaktır.
Vadesi bir yıldan kısa dış borçların tutarı 180 Milyar dolar ve TCMB’de sadece 70 milyar dolar karşılığı, kâğıt ve metal para ile altın ve kaydi döviz var.
Bu döviz bakiyesinin azlığı kadar kötü olan iki şey daha var; birincisi Türkiye ekonomi yönetiminin dünyada azalan itibarı ve Türk Halkının bitmek tükenmek bilmeyen ithal ürün satın alma iştahı.
Gümrük Birliği ve serbest ticaret anlaşmalarının Türkiye’ye dayattığı ithalatın, neredeyse %75’inin gümrüksüz yapılma mecburiyeti, çözüm geliştirmeyi daha da zorlaştırıyor, doğrusu.
Gümrük Birliği döneminde ihracat endüstrileri yerine, ithalat lobilerini güçlendirme bedelinin ödendiği çok açık.
Cari açığı düşürmenin zor yolları: a) İthalat azalmalı ve ihracat artmalı b) İthalat artmamalı fakat İhracat çok artmalı c) İthalat biraz artabilir, bu durumda, ihracat çok çok artmalı d) İhracat azalıyorsa, ithalat daha yüksek bir oranda azalmalı.
Ya cari açık düşecek ya da Türkiye. Kararı, kim kendini Türkiye ile özdeş addediyorsa yani Türkiye’nin ayakta kalmasında kimin menfaati en çoksa, yani Hükümet verecek.