Ticari hayatta herkesin işi her zaman rast gitmez. Bazen karşılaşılan bir zorluğu gidermek, yatırım yapmak veya daha fazla kazanmak için kişiler bankalara borçlanır. Bankalar da kredi verdikleri zaman, genellikle, teminat olarak gayrimenkul ipoteği alırlar.
Örnek: Bir kişi satış fiyatı 100.000 TL olan bir arsayı 20.000 TL peşinat vererek banka kredisiyle almış olsun. Daha ilk taksitin vadesi gelmeden de işleri bozulmuş olsun. Banka da alacağını tahsil etmek için bu arsayı icradan satışa çıkarmış olsun.
Banka “zaten ekspertizini yeni yaptırdım, en az 80.000 TL’ye burayı satarım” diye düşünür. Borçlu da “ne yapalım peşinatımız yansa da borcumuz kalmaz” diye teselli bulur. Bu mülk ya banka tarafından ya da üçüncü bir kişi tarafından satın alınır.
İhalelere kimse gelip katılmazsa, mülk ekspertiz değerinin %50’si olan 50.000 TL’ye bankaya geçer. Banka sadece 50.000 TL tahsil ettiği için bakiye alacağı 30.000 TL, mahkeme masrafları, gecikme faizi ve diğer masraflar için kanuni takibe devam eder; borçlunun diğer para eden her türlü varlığına haciz koyar. Bilançosundaki sorunlu alacaklar büyür. Bu durumda, borçlu, hem mülkü alırken ödediği peşinatı kaybeder hem de ilave 30.000 TL ve masrafları öder veya iflas eder.
İkinci seçenek: Diyelim ki bu malın 100 bin TL edebileceğine inanan bir kişi, karlı bir iş yapmak niyetiyle, bütün masraflar dâhil, kendisine en çok 80.000 TL’ye mal olacak şekilde bu mülkü satın almış olsun. Bu durumda hem banka alacağını almış hem de borçlu borçtan kurtulmuş olur mu?
Hayır. Tam tersine esas trajedi burada başlıyor.
Çünkü zaten batmış ya da zarar etmiş bir kişinin malının icrada satılmasından en çok geliri, yağmacı bir yaklaşımla devlet elde ediyor. Teminatların nakde çevrilmesi devlet için büyük bir gelir kapısı olmuş. Devlet oluşan sosyal yaraya bakmaksızın sanki “kişiler batsın ki devletin gelirleri artsın” kıvamında bir düzenleme, bir mevzuat oluşturmuş.
İnsanı isyan ettirecek kadar gaddar ve acımasız bu tasarımı örneğimizde sürdürelim.
Bu 80.000 TL satış gelirinden düşülen masraf ve vergiler,
KDV: %18
Tahsil Harcı: %9,9
Tapu harcı: %4
Cezaevi harcı: %2
Tellaliye harcı: %1
Bunlara ilaveten varsa tahliye ve teslim harcı, avukatlık ücretleri, gecikme faizi ve diğer vergi ve masraflar da bu satış gelirinden düşülür. (Oranlarda ve masraflarda önemsiz değişiklikler olabilir, amaç fikir vermek)
Sonuçta satıştan gelen gelirin üçte biri devlete, bir kısmı da avukatlara ve masraflara gidince bankaların eline net 50.000 TL bile geçmez.
Bankalar da alacaklarının bakiyesini tahsil etmek için kanuni takibe devam eder.
Harçlara tekrar bakalım; bir A şahsı B şahsına arsasını satınca KDV var mı? Yok. Bu mülk icradan satılınca niçin KDV var? Cezaevi harcının burada ne işi var? Başka davalarda %11’lere çıkan tahsil harcı var mı? Yok.
Ağlayanın Malı Gülene Hayır Etmez
Bankalar veya kişiler teminat olarak aldıkları mülkleri, alacaklarını tahsil etmek gayesiyle satışa çıkarabilirler. Türk toplumu bu şekilde sahibinin rızası olmaksızın satılan mülkleri satın almayı tercih etmiyor. Çünkü “mazlumun ahı geçer” şiarına inanıyor. Cebren satıldığı için mülk sahibinin malda gözü kalmış olabilir.
Kötü olan bir insanın elinden rızası dışında malını “zorla” almaktır. Mülkü bir şekilde elinden almak için kumpaslar kurmaktır; kendisine satmak için zorlamaktır.
Yoksa dara düşmüş bir insanın malını değerinde almak borçluya, dara düşmüşe bir iyiliktir. Bu kişilerin malları icradan veya başka bir yolla satılırken fiyat vermek ve değerinde almak iyiliktir. Değerinin üzerinde bir fiyata satın almak; cennetlik bir iyiliktir. Çünkü her yüksek ilave fiyat, borçlunun borcunu düşürecektir. Borçluya zekât vermenin farz olduğu bir dinde, borçlunun malını değerinde almaya çalışmak da bir ödevdir.
Bir topluluğun dindarlık dâhil toplam kalitesi en alttakilere, marjinallere, mağdurlara, borçlulara ve her türlü dara düşmüşe nasıl muamele edildiğine göre ölçülür.
*Necip Fazıl Kısakürek, Destan, 1947