İsrail’in meşru bir devlet olarak varlığını sürdürebilmesinin tek ve kesin bir şartı var: Bağımsız ve Meşru bir Filistin Devleti tarafından tanınmak.
İsrail mevcut atom bombalarının yanına bin adet daha eklese, ABD ordusunun bütün silahlarını İsrail’e transfer ettirse, her gün binlerce Filistinliyi öldürse, bütün Arap ülkelerini ikna etse, hatta Müslüman ülkelerin tümünü sindirse yine de Filistinliler tanımadıkça meşru bir devlet olamaz ve güven içinde yaşayamaz.
İsrailli akil insanlar, stratejik hedeflere uygun politikalar uygulamak yerine duygusal tepkiler gösterilmesinin, onlara pahalıya mal olacağını biliyor.
GARNİZON DEVLET
ABD’nin, Filistin İsrail savaşının kesin mağlubu olduğunu ve şu anda bir bakıma “hasar tespit” çalışmaları yaptığını, geçen yazıda ileri sürmüştük.
Aslında, ABD dâhil Batılı Hükümetlerin İsrail yanlısı tutumu konjonktüreldir; özde, Hristiyan toplulukların çoğu dini ve tarihi sebeplerden dolayı doğal antisemittir. ABD’de hem antisemit hem de Siyonist olan milyonlarca Hristiyan vardır.
ABD’de 1921 yılında çıkan ve 1965 yılına kadar devam eden göçmenlik kanunu, örtük ve dolaylı olarak, bilhassa doğu Avrupalı Yahudilerin Amerika’ya göçünü engellemeyi amaçlamaktaydı.
Keza Yahudi kökenli ABD vatandaşlarının, Amerikan Hükümetinde meslek memuru olmaları da yeni bir olgu sayılır. Bakan olabildikleri dönemlerde bile meslek memuru olamıyorlardı.
Ancak 1965-1973 döneminden sonra ABD’nin Yahudilere ilişkin görüşü olumluya dönmüştür.
Bugün ABD, Yahudilere adeta imtiyazlı bir halk olarak muamele ediyor. Yarın İsrailli bir siyasetçi Amerikan Kongresinde konuşmak istese, bütün kongre üyeleri tam tekmil gelip saygı, bağlılık ve sempatilerini sunarlar. Bu siyasetçinin ABD nezdindeki itibarına hiçbir Amerikan Başkanı ulaşamaz.
Amerika 1967 Arap-İsrail savaşından sonra, bu bölgedeki bir Yahudi devletinin, Rusya’nın müttefikleri olan Suriye ve Mısır’ı dengeleyebilecek bir “askeri varlık” olabileceğini değerlendirmiş ve 1973 savaşında İsrail’e eşi benzeri görülmedik ölçülerde, uçaklarla, aylarca süren askeri yardımlar yapmıştı.
ABD’nin isteği ve desteğiyle İsrail adeta bir “garnizon devlet” olagelmiştir. Çünkü İsrail’de yaşayan Yahudilerin büyük bir kısmı asker veya yedek askerdir; bu askerlerin dedeleri, büyük anneleri, babaları ve anneleri de askerdi.
NÜFUS VE ÇÖZÜM
İsrail en az üç ayrı hukuk sisteminin bir ürünüdür dense yeridir.
Uluslararası ilişkiler bakımından ABD’nin kaba kuvvetine dayanan bir hukuk, ülke içinde Yahudilere özel, az bulunur demokratik ve hakkaniyetli bir hukuk devleti. Üçüncüsü de hiçbir yerde yazılı olmayan fakat en az dört* değişik statüdeki Araplara uygulanan ırkçı, gaddar ve ayırımcı “hukuksuzluk hukuku”.
*1) İsrail vatandaşı olan Araplar, 2) Kudüs’te yaşayan Araplar, 3) Batı Şeria’da yaşayan Araplar ve 4) Gazze’de yaşayan Araplar.
İsrail dışında yaşayan ve bir gün vatanına geri dönmeyi uman beşinci grup Filistinlilerse sadece bir müzakere maddesi olarak kalmaya devam ediyor.
İsrail’in nüfusu yaklaşık 10 milyon kişidir bunun 2 milyonu İsrail vatandaşı olan Araplar ve 500 bini de Arap olmayan Hristiyanlar ve diğerlerinden oluşuyor. Geriye 7,5 milyon Yahudi kalıyor.
Filistinlilerin de nüfusu 7,5 milyondur: İsrail vatandaşı olanlar 2 milyon, Gazze’de yaşayanlar 2,2 milyon ve Batı Şeria’da yaşayanlar 3,3 milyon.
Her iki tarafın da rakamlarını biraz yuvarladım fakat nüfusta eşitlik var.
Nüfusta yaşanan “pata” durumu mücadelelerde de yaşanıyor dense yeridir.
Peki, çözüm nedir?
Eşit haklara sahip vatandaşların kuracağı tek devlet seçeneği, nüfus dinamiklerinden dolayı iktidarın seçimlerle Araplara geçme ihtimalini içerdiği için artık gündemde değil.
Sağcı bazı Yahudiler, Milli bir Yahudi devlet içinde, “azınlık hakları tanımlanmış Filistinliler”le tek devlet kurulabileceğine inanıyor.
Doğrusu tek devlet seçeneği de gündemde değil.
Artık, ABD dâhil bütün dünyanın, taraftar olduğu çözüm: İki devletli çözüm’dür.
Gazze’den Batı Şeria’ya bir koridor ve İsrail’li yerleşimcilerin Batı Şeria’yı terk etmesi; ya da kalmak isteyen “Yahudi Yerleşimciler”in Filistin devletinin vatandaşlığını kabul etmesi. Tıpkı Filistinlilerin İsrail vatandaşlığını kabul etmesi gibi.
Her tür çözümü reddeden ve Filistinlilerin sürülmesini isteyen Yahudi Radikaller ve Amerikalı Hristiyan Siyonistler kaba kuvvetle şartları zorlayıp Yahudilerin, imtiyazlı, seçkin ve üstün fakat Filistinlilerin “21. yüzyılın suç işlemeye meyyal ve korumasız köleleri” olarak kalmasını istiyor.
Delilleri de şu ana kadar İsrail hapishanelerine giren 1,2 milyon Filistinlidir.
Yahudiler, 19. Yüzyıldaki milliyetçi cereyanlardan etkilenerek kendilerine ait bir ülke kurmayı diledi ve bunu Filistin’e göç ederek gerçekleştirebileceklerine inandılar; göç ederek işgal ettikleri arazilerde yaşayan arazi sahiplerini de ya ülke dışına sürerek ya da katlede katlede bugüne kadar gelmeyi başardılar.
Fakat sonuçta, ABD devleti hariç bütün dünyanın kınadığı savaş suçlusu ve zalim bir organizmaya dönüştü.
Bir ülke düşünün 1)devletin yöneticileri masum sivilleri göz kırpmadan katletme emri veriyor, 2)güvenlik elemanları bu emri acımasızca infaz ediyor ve 3)halkın çoğunluğu da bu katliamları onaylıyor hatta savunuyor.
Elbette kendi yöneticilerini eleştiren, askere gitmeyi reddeden ve bedel ödemek pahasına Filistinlileri savunan, bugün “İslam Ülkelerinin” sokakları bomboşken, batı dünyasının neredeyse her şehrinde İsrail’e karşı sesini yükselten saygıdeğer Yahudiler de var.
ABD’de 1921 yılında çıkan ve 1965 yılına kadar devam eden göçmenlik kanunu, örtük ve dolaylı olarak, bilhassa doğu Avrupalı Yahudilerin Amerika’ya göçünü engellemeyi amaçlamaktaydı.
Keza Yahudi kökenli ABD vatandaşlarının, Amerikan Hükümetinde meslek memuru olmaları da yeni bir olgu sayılır. Bakan olabildikleri dönemlerde bile meslek memuru olamıyorlardı.
Ancak 1965-1973 döneminden sonra ABD’nin Yahudilere ilişkin görüşü olumluya dönmüştür.
İSRAİL ŞİFA BULABİLİR Mİ?
Bir halk uğradığı ayırımcılık ve zulümlerin intikamını almak için kendilerine hiçbir kötülük yapmamış başka bir masum halka zulmediyorsa, bu halk, hastalanmıştır.
Bugünün dünyasında Yahudiler, dünyanın her yerinde saygıdeğer hatta seçkin ve imtiyazlı insanlar olarak yaşayabilirler. Mesela ABD, Yahudilere adeta imtiyazlı bir halk olarak muamele ediyor. Bugün İsrailli bir siyasetçi Amerikan Kongresinde konuşmak istese, bütün kongre tam tekmil gelip saygı, bağlılık ve sempatilerini sunarlar. Bu siyasetçinin itibarına Amerikan Başkanları bile ulaşamaz.
Fakat ruhen hastalanmış bazıları bir halkı, Filistinlileri hapishaneye kilitleyip gardiyan olmayı ve bu masumları katletmeyi tercih ediyor.
Dindar olmadığı halde “dinin vaat ettiği bir devleti” yaşatmak için kötülüğü mubah görmek, kişinin özünde içkin olan “kontrolsüz kötülüğün dışa vurumu” değil midir?
İsrail, varoluşunu arazi gaspına ve katliamlara dayandırdığı için “daimi bir haksız” olduğunun farkında; bu haksızlık olgusunun, Yahudilerde “daimi bir mağlupluk” duygusu yaşattığı görülüyor.
İsraillilerin barış ve güven içinde yaşama umudu her geçen gün azalıyor çünkü bu son savaş, ABD’nin İsrail için kotarmaya çalıştığı “İbrahimi barış zaferi”ni kesin bir şekilde ilga etmiştir.
Ahlaki bütün öğretiler, insanın özünde içkin olan “kötülük yapma arzusu”nu bastırmayı veya dönüştürmeyi amaçlar. Öyle görülüyor ki İsrail, bazı kişilerin özünde içkin bu kötülük yapma arzusunu devletinin varoluşundaki en baskın duygu olarak devralmış ve bir kötülük yapma odağına evrilmiştir.
Bağımsız bir Filistin Devleti “İsrail’i tanıyorum” demedikçe İsrail yok hükmündedir.