PETKİM, 2021 yılında, son beş yılın kârından daha fazla para kazandı: 5,5 Milyar TL, bu yıl da çok iyi para kazanacak.
PETKİM’in üretimi, Türkiye’nin toplam ihtiyacının sadece %15’ini karşılıyor, yani PETKİM hammadde üretim kapasitesini beş misli artırsa bile üretiminin tamamını iç piyasada satabilir.
Hükümet PETKİM’i, AB dışındaki ülkelere karşı %6,5 gümrük vergisi duvarıyla koruyor; PETKİM yatırım yapacağını vaat etse bu oran biraz daha artırılabilir fakat yatırım yapacağına dair bir mesaj bile yok.
Acaba niçin?
PETKİM’in sahibini Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi SOCAR’ın Türkiye’de ikinci bir yatırımı daha var: STAR Rafinerisi. Dört milyar dolarlık doğrudan yatırımla, Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük yabancı sermaye yatırımı olan STAR Rafinerisi, İSO 500’ün Üretimden Satışlar listesine üçüncüsü sıradan girdi.
Bu yatırım, Türkiye’nin akaryakıt ve naftada dışa bağımlılığını neredeyse bitirdi, sağ olsunlar.
Eğer rafineri kâr marjları, değişmeden bugünkü seviyelerde kalmaya devam ederse, STAR rafinerisi, bu yıl, belki de yaptığı yatırımın yarısı kadar para kazanacak.
Bu yıl TÜPRAŞ da, hiç planlamadığı hatta rüyasını bile görmediği miktarda çok fazla para kazanacak.
TÜPRAŞ da STAR Rafinerisi gibi plastik hammaddesi NAFTA üretebiliyor, yani PETKİM benzeri bir tesis kurarak plastik hammaddesi üretmesi durumunda TÜPRAŞ da bazı avantajlara sahip.
Bu karlılığa ve avantaja rağmen TÜPRAŞ da, tıpkı SOCAR gibi, plastik hammaddesi üretmiyor.
Acaba niçin?
Geçen yıl Erdemir EREĞLİ tarihinin en büyük parasını kazandı. Peki, bu parayı ne yaptı? Cevap: Son kuruşuna kadar bütün kârını ortaklarına dağıttı.
Türkiye’de paslanmaz çelik üretimi yok. Yurtiçinde kullanılan paslanmaz çelikler ithal ediliyor. EREĞLİ, böyle bir tesisi finansal yapısı ve tecrübesiyle kurabilecek bir şirkettir.
Peki, niçin kurmuyor?
Borsaya açık şirketler üzerinde, “yatırım konusunda ürkeklik” tartışmasını biraz daha derinleştirebiliriz fakat amacım şirketleri sorgulamak değil; tam tersine, maruz kaldıkları tehditleri göstermek.
Hem PETKİM, hem, TÜPRAŞ hem EREĞLİ hem de diğer bütün şirketlerimizin “yatırım konusundaki ürkeklik”lerinin temelinde Gümrük Birliği korkusu yatıyor.
Şirketlerimiz Avrupa Birliği firmalarıyla rekabet edemeyeceklerini biliyorlar ve korkuyorlar.
Çünkü ödemesiz dönemi olan, vadesi çok uzun ve fiyatı çok ucuz fon imkânları onlarda, tecrübe ve küresel pazarları yönetme tecrübesi onlarda, sofistike makinalar üretme know- howları onlarda, ar-ge’ye dayalı yenilikçi ürün geliştirme yeteneği onlarda; bu kadar güçlü rakiplerden korkmayana sanayici değil, maceraperest denir.
Sahipsiz şirketlerimiz, kamu tarafından stratejik olarak daha doğru savunulsa, eminim şirketlerimiz de biraz daha cesur olabilir.
Tekrar ediyorum, Gümrük Birliği Türk sanayisinin ayaklarına vurulmuş bir pranga ve başında sallanan bir Demokles kılıcıdır.
(Not: Anlatı, “ithal ikameci sanayileşme” örnekleri gibi oldu. Her sanayileşme özünde ithal ikameci bir nitelik taşıyorsa da, benim burada vurgulamak istediğim ve desteklediğim olgu, ithal ikamesine dayalı sanayileşme değildir. Hatta ithal ikamesine dayalı sanayileşmeye, zamanla iç pazarı sömürme ve ahlaki çürümelere sebebiyet verme ihtimalinden dolayı, genel olarak karşıyım.
Örnek: Diyelim ki Ereğli’nin bağlı olduğu ATAER Holding, Ereğli’den aldığı temettülerle katma değeri paslanmaz çelikten bile daha yüksek ve tamamı ihraç edilebilir ürünler üretiyorsa; bu durumda ben, ille de paslanmaz çelik yatırımı olsun diye ısrar etmem.)
Savunduğum basit bir ilkedir: İhracata dayalı sanayileşme. Bütün söylediklerim ve söyleyeceklerimin temel önermesi de budur.
Katma değerli ve ihraç edilebilir ürünler üretmeye odaklanmış sanayiler kurulmadan, mevcut sanayinin hacmini, birkaç kat artırmak, Türkiye’yi, ileri düzeyde sanayileşmiş bir ülke yapamaz.
2021’de İSO 500 firmaları vergi öncesi kârlarını, 13,2 milyar dolardan 24,5 milyar dolara yükseltmiş.
Vergi Öncesi Kârın net satışlara oranı da %7’den %9,5’a yükselmiş, vs.
Sürdürülebilir olmayan başarılar, başarısızlığa giden yolların taşlarını döşer. Devam edeceğiz.