Ben Siirt’liyim. Ana dilim Arapça. Aile arasında adım Hammed Ali. Resmi adım Mehmet Ali. Biz peygamber efendimizin biricikliğine inandığımız için çocuklarımıza Muhammed adını vermeyiz. Komşularımız ve akrabalarımız Kürtler de vermez. Onlar da Mehemed derler. Türkler de vermezdi.
Müslümanlar tarih boyunca İslam Hukuku kavramını kullanmaktan imtina etmiş ve Fıkıh kavramını kullanmakta ısrar etmişlerdir. Bugün kendine İslam Hukukçusu diyen Fıkıh Tarihi araştırmacılarını cüretli bulduğumu söylemeliyim.
Günümüzde, neredeyse her kavramın başına isabetli olmadığı halde “İslami” kavramı getiriliyor. Kötü niyetli ve saldırganlar da suçlama amacıyla “İslami” kavramını kullanıyorlar.
Yerindelik ilkesine aykırı olarak “İslami” kavramının olur olmaz bağlamlarda kullanılması, sonuçta, “İslami” kavramının değerini düşürmekte ve bilinçaltında olumsuz algılar oluşturabilmektedir.
Fıkıh, henüz soykırıma uğramadığı yüzyıllarda, iktisadi faaliyet ve süreçleri (yatırım ve tüketim harcamaları) tanımlar, yasaklar, sınırlar veya onaylarken; toplum yararı anlamına gelen “maslahat” ilkesinin geniş şemsiyesi altında bilim ve nass sütunlarına yaslanırdı.
Fıkıh, kural geliştirirken dinde nass (Kesin ve açık ilahi buyruk) olan veya üzerinde icma (uzlaşma) edilen normlardan çıkarsama yöntemiyle külli kaideler (tümel ilkeler) geliştirirdi.
Mantık biliminin ilkeleri ışığında, işlevi yüksek kavram ve yöntemlerle (İçtihat, İstihsan, İstinbat, İstihraç, İstidlal, İllet, Kıyas vs.) hükümler oluştururdu.
Geçmiş yüzyıllarda iktisadi kavram, olgu ve süreçlerin nasıl ele alındığını öğrenmek; kararların dayanak ve gerekçelerine vakıf olmak, iktisadi faaliyetlerin artması veya büzülmesinde varsa Fıkhın olumlu/olumsuz etkileri hakkında düşünmenin ve araştırma yapmanın görev olduğu kuşkusuzdur.
Ancak “Fıkıh ve İktisat” alanındaki tarihi miras tevarüs edilmeden, tahkik edilmeden ve tüm boyutlarıyla çözümlenmeden; Fıkhın İktisadi Hükümlerinin geçmişte ve bugün, her olgu ve süreç için “maruf” bir konuymuş gibi ifade edilmesinin bir yararı yoktur.
Bu cüretli ve bazen özgün bağlamından kopuk anlatıların, İslam’a isnat edilmesi ve haksızca tüketilmesi üzücüdür.
“İslam İktisadı” kavramı İngilizcede “Islamic economics” olarak ifade ediliyor, yani İslami Ekonomi bilimi. Peki, Türkiye’de İslam İktisadı tabirini kullananlar, iktisatçıların mikro ve makro iktisat ya da para ve finans alanında kullanılan bilimsel analizlerin bir benzerini mi kullanıyorlar? Hayır.
Asrı Saadet döneminden sonra toplumsal ilişkilerde Fıkıh ve devlet işlerinde, fıkıhtan etkilenmiş olsa da, Fıkhın dışına çıkabilen Örfi Hukuk (Kanunname, Nizamname, Ferman vs.) geçerli olmuştur. Yani her dönemde en az ikili ve çelişebilen hukuki yapılar varlığını sürdürmüştür. Yani “dört başı mamur bir fıkıh dönemi” yoktur veya istisnadır.
Umulur ki, akademide yüksek lisans veya doktora yaptıran hocalarımız bu noktaya dikkat eder ve gayelerini “İslami” kavramını tahfif ve suiistimal ettirmeden gerçekleştirirler.
Elbette iktisat tarihiyle ilgili bazı kavramları “İslami” bir parantezde incelemek mümkündür. Fakat son iki yüzyılda şekillenmiş ve Fıkıh ekollerinin, henüz, haklarında hüküm geliştiremeden dondurulduğu yeni kurumlar ve kavramlar da var: Anonim Şirket, Banka, Merkez Bankası, Para politikası, Maliye politikası, Sermaye Piyasaları, Pay Piyasaları, Tezgahüstü Piyasalar.
Devletin Finansmanı ve Hazine. İç ve Dış Borç. Devletin İktisadi Faaliyetleri. Sosyal Güvenlik ve Emeklilik Harcamaları. Destek, Teşvik ve Sübvansiyonlar. İktisadi Büyüme. Bölüşüm ve Gelir Dağılımı.
Şüphesiz İslam Toplumu zekâtı farz, infakı zorunlu (vacip) ve sadakayı hayat tarzı (hastalıktan, beladan ve her türlü muhtemel kötülükten koruyan) bellemiştir.
Bu bilinci sürdürmeye kararlı olan mükellef öznelerin iktisadi faaliyetleri üzerine davranışsal iktisat yöntemiyle çalışması belki daha verimli olabilir.
Bu sayede iktisadi analizler rasyonelleşebilir, yani İslam Ahlak Düşüncesinden mülhem bir akıl yürütme faaliyeti mümkün olabilir.